Sevgiyle kayıtsızlık arasında sıkışmışlığın, hoşgörüsüz bir hoşgörülülüğün, çok sorup hep susmanın verdiği/eksilttiği... Şiir de yazıyorumdur mutlaka. 


“Gitmek her zaman geriye dönmektir.” dedi bir kadın bir tren garında. Dönüp dolaşıp kendine dolaşmanın ağırlığı... Aslında hiçbir yere gitmiyorum, hep kendime dönüyorum “Hep az ve bu değil.” diyerek. Çiçek daha fazla solmadan bu mevsime de ayak uydurmalıyım. Hâlâ aynı yerde miyim?

   

Kendimden çok uzakta bir yerlerde o çok inandığım bir şeyin çocukluğu... Belki de sadece Edip’i güzelliyorumdur kendi içimde. Ama şiir de okuyorum mutlaka.


Bilmiyorum, artık aşkın ve sanatın güzelliğine inanmaktan daha fazlası gerekiyor. En azından bana öyle gibi geliyor bazı zamanlar. İnanç en büyük hayal kırıklıklarından doğar, ben dedim bunu evimin salonunda bu yazıyı yazarken. Salonu da romantize edemiyorum şu an, ona sonra romanlar yazarız belki. Çünkü hayat da hep devam etmektir. Bense şimdilik devam edemiyorum. Bu salona o roman yarım kalmamalı. Bence her şey tamamlanmayı hak eder, bu salon bile.

  

Altı aydır bir fırtına var rüzgar sandığım. Güneş açar gibi olduğu zamanlar kışları da bahar sanırım zaten. Galiba bundandır kolay savrulmam. Oysa olmadık mevsimlerde açmaya çalışan çiçek mutlaka solacaktır. Ama belki de hayat, ayak uydurmamaktan ibarettir kimi zaman. Yok olmaktansa kendi zamanında, kendine ve kendin için var olmak... Yine de unutmamak lazım; hep uzak yerlere özlem duyamazsın, hiçbir yere öylece kök salamazsın, kolayca yer edinemezsin, her zaman eve dönemezsin.


Kök salmaksa önce kendi içine kök salmak, devam etmekse önce kendinle devam etmek ve yaşamaksa hep cesur yaşamak... Belki ev içimdedir, belki ev bendedir, belki ev ben'imdir. Yaşam belki de çok şeydir, biraz şey.  


Bir hikâye duydum. Gitmeyi öğrenemediği için her defasında adama geri dönmüş bir kadın nihayet hareket bile edemez olmuş yerinden. Bildiği tek şey dönmek olduğundan ve artık çok yorulduğundan bir başka yöne de gidememiş. Bu yüzden en son kendine dönmek zorunda kalmış. Gitmek bazen de kendine dönmekmiş, geç öğrenmiş. Bu yüzden kendine geç kalmanın ağırlığını palto yapmış kendisine, sonra en sevdiği renge boyamış onu. Turuncu. Kim bilebilirdi ki? 

 

Gidenin artığı kalansa bir zamanlar kalmıştı giden. Aslında bu yüzden tüm öfkem. Veda etmeyi öğrendiğim için şanslı mı sayılırım, yoksa oldukça eksik mi? Bilmiyorum ama artık önemsemiyorum da, çünkü belki ikisi de değilimdir, sadece kendimimdir, olamaz mı? Anlamı yok.


Bu eğer bir bilinç akışı olsaydı şu an Amerika’dan anlatmaya başlar, bir anda çay içtiğim köşesi kırık bardağa getirebilirdim konuyu. Bu kırık bardağı kendime benzettiğimi, aslında mesafelerin o parçadan daha keskin olduğunu, hem acıttığını hem kanattığını hiç kimseye söylemeden sayıklamaya devam edebilirdim. Ama bu yazı da zaten şu an sadece sayıklamalarımdan ibaret. O yüzden neyi nasıl yazdığımı bu defa düşünmeyeceğim. O kadar çok şey var ki yazmak istediğim, kimseye anlatamadığım için dolup taştığım ama yazmaya da vakit bulamıyorum artık çok düşünmekten. Yine de arada böyle böyle kendimi kendime hatırlatıyorum.


Gitmek her zaman geriye dönmektir. Bu yüzden her şeyden gidiyorum ve tekrardan kendime dönüyorum.

 

Yazıyorum nihayet.

Öyleyse artık sorabilirim kendime,

“Ne kadar oldu, olmayalı?”