"Duyuyor musun?" dedi.

Göğün delinmeye hiç istekli olmadığı, bunun yanında insanların delirmeye can attıkları bir zaman dilimindeydiler. Bu zaman dilimine ayaklarıyla bent olmuş ve dalgaların büyümeye başladığı yer delirmeye başladıkları yer olmuştu. Delirmek, insanlık tarihi boyunca olumsuz anlamların durağıydı. Ve bu durağı yolunu bilenler biliyordu, zaten onlar da şu an o durakta bekliyordu.

Zamanlarından artakalan her adımı gölün nefesine uzatıyorlardı. Ağaçlar yaşlarını gizliyor, rüzgar kendini hissettirmeden geçip gitmek istiyordu. Dikkatli bakıldığında her şey apaçık ortadaydı oysa. Gizli kalmış şeyler de suyun üstüne çıkacakları zamanı bekliyordu. Bir yusufçuğun ilhamıyla değişen savaşlar vardı. Ve bu dünya bir yusufçuk kanadında dönüyordu. Delilik, akıllıca düşünmekten insanı nasıl alıkoyabilir ki? Köpüren suda geziyordular. Yanmaya hazır odunlardan olduklarına inandıkları balıkları görür gibi yansıdıkları kara gölün yüzünde birbirlerine baktılar. Gözlerinin titreyen ışığında kendilerini görecekleri o anda adam aniden arkasına döndü. Kadın, gölün altından adamın silüetini delerek gelen balıkla baş başaydı. Kadın, adama sezdirmeden balığın sorusuna cevap verdi.

"Evet, ben de duyuyorum."