43 senedir bu dünya üzerindeyim ve 35 senesi gözlüklü geçti. Okumayı öğrendiğim yaz bozdum gözlerimi. O zaman idolum halamdı ve o da okumayı çok seviyordu o yaz onun evinde kaldığım süreçte komşu çocuklarının kitaplarını toplayıp getirdi bana ve girdiğim her sayfa benim için yeni bir oyun alanına dönüştü. Demek oyun oynamanın ve hayal kurmanın böyle bir yolu vardı. Işınlanmak mümkündü demek ki. Oyun oynamak en büyük silahımdı çocukken hayallerim için, kurduğum her oyun benim için film setine dönüşüyordu her seferinde ve bir büyüğün sesiyle geriye olduğum yere ışınlanıyordum. Arkadaşlarım kuzenlerim için böyle değildi durum. Mesela oyunda uçabiliyordum, havada süzülebiliyordum. Sonra işte okumaya başlayıp oyun alanlarını yazan insanlarla tanışınca ruh eşlerimi bulmuş oldum. Birilerinin ayakları bir yerlerde yerden kesiliyordu. Aynı hisleri paylaşmak işte aidiyet duygusu oldu. Her şeyi abartan ben kitap okumayı da abarttım tabi ki. Bir yazda bozuldu bu gözler. Göz doktorundan çıktık Taksim’de bir gözlükçüye gittik tabi o zaman çocuk gözlüğü de yok ailem sağolsun bana yüzlük aldılar, kaşlarımın üzerinden başlayan elmacık kemiklerimin altına inen siyah ince çerçeveli gözlüklerim ayrık dişlerimle muhteşem bir kombin oluşturdular. Zaten aşırı populer geçen okul hayatıma etkileri başka bir yazı konusu olabilir. Bu arada doktoru da anlatayım doktorumu şaşırtmıştım o yaşta hipermetrop yani yakını görme problemi olan sayılı hastalarındandım. Kendimi aşırı özel hissettim artık olgun bir problemim vardı. O yaşlarda gelişiyor işte kendimle olan sarkastik bağlantım. Beynim hala espri üzerine çalışır kimselere yedirmem ilk ben kendimle geçerim dalgamı. Ev içerisinde de herkes aynı şekilde sağolsunlar sarkastikgiller ailesi olarak kimseye yedirmediler dalga konusu olmamı. Ben aslında okul dönüşünde de sınıfta büyük yankı uyandırmayı planlıyordum, sınıfa girecektim ve herkes büyük şok yaşayacak ‘nee sen gözlük mü taktınlar’ haykırmalar, şoklar filan yaşanacak, tüm ilgi ben de olacak sanmıştım. Okula döndüğümde kimse farketmedi şoku ben yaşadım ama bu başka bir yazı konusu.

Bu arada bir tatilde bu kadar kitap okumayı seven ben sınıfta en son okumayı sökenlerden biriydim. Çünkü o yaşa kadar ve sonrası uzun bir süre yaşam felsefemi ‘yanlış bir şey söyleyeceğine hiçbir şey söyleme’ üzerine kurduğum için aile içerisinde kesin ama sanırım öğretmenim tarafından da geç anlıyor ya da anlamıyor muamelesi görüyordum. Oysa ki kafamın içerisinde ben çok zekiydim. Hatta o kadar zekiydim ki bu dünyadan değildim. Ailem gerçek ailem değildi ve ben uzaylıydım. Arada balkona çıkar gerçek ailemi çağırırdım. Bu kadar çağrıya hala gelmemiş olmaları beni unuttukları anlamına gelemez.

Okumak en sevdiğim eylem ve kitaplardaki karakterler yakın arkadaşım olalı 36 sene oldu. Seviyorum işte karakterlere ses vermeyi, tipleri belirlemeyi, birine benzetmeyi. Bu sebepten kitap uyarlaması izlemek benim için çok zor oldu her zaman. Korkarak izlerim her uyarlamayı, mekan kafamdaki gibi filansa içimden yönetmenin sırtını sıvazlarım. Yok değilse baya üzülürüm, arkasından konuşurum. Ben okudum ya kitabı benim kafamdaki gibi olması lazım işte. Herkesin kendi hayal gücü olduğunu kabulleneli 11 sene oldu evet bu biraz utanç verici. Fragmanlara kanmayı bırakalı da 8-10 sene oldu. Okumaya başladıktan sonra benim de film platom oyun alanlarım oldu. Uygunsa her kitabı kafamda senaryolaştırıp oyun malzemesi yaptım ve evdeki tüm materyalleri kullandım. Evdeki kimsenin umurunda değildi çünkü tüm çocuklar oyalanıyordu ve bu yetişkinler için konforlu bir haldi. Bunu anlayalı da 9 yıl oldu. Tüm oyun alanlarımda en iyi yönetmen bendim muhteşem bir tatmin duygusuydu bu. Ama işte oyunlar bitip gerçek hayata ışınlanıp herkes evine çekilince benim için durumlar değişiyordu uzaylı ailemi beklememe sebep oluyordu. Anlaşılamamanın, seni anlamayanın anlamadığı şeyle sadece dalga geçerek seni savuracağını anlayalı da 35 sene oldu. Ilk kitabımı yazmıştım yani o zaman ki bana göre ilk kitabımdı. Sadece elime sığabilecek büyüklükte bir defter, üzerine kargacık yazımla yazdığım satırlar, başlık ise ‘mutluluk’. Nasıl bir heyecan bende çünkü her an nobel alabilirim hissi var içimde öyle eminim kitabımdan. Neden çünkü herkesin yazdığı basılmış. O aralar anladım ki her yazılan kitap basılacak kadar değerli bulunmuyor. Bu cümleyi tutun burada çünkü buradan aslında sanatın ve hayatın göreceli olabileceğine, yeteneğin varlığının kişiden kişiye değiştiğine, birinin sizi yeteneksiz diye değerlendirmesinin etiketiniz olmadığına bağlayacağım 41-43 yaş aralığıma getireceğim bi ara ya bu yazıda ya da başka yazıda. Neyse elimde ilk el yazması kitabım, ay yanıyor içim insanlığa armağan etmem lazım ne yapacağım tabi ki ilk en yakınlarımla paylaşacağım. Annem ve yengem salonda sobanın yanında kahvelerini içiyor ve bir sürü akrabanın içinden geçiyorlarken gittim yanlarına. Alın size ilk kitabım, baktılar yüzüme ve kahkahalarla gülmeye başladılar. Ilk başta anlamadım gurur mu duydular ama yok ben bu kahkahayı tanıyorum dalga geçiyorlar. O sinirle açtım sobayı attım içine. Nobele layık ilk eserim ateşler içinde böyle yandı işte. Bir kış günü, hiç kimsenin ruhu bile duymamıştı ama küçük bir kızın kalbi ve inancı parçalara ayrılmıştı. Sonrası hep gizli yazdım hiç kimseye okutmadım yazdıklarımı. Öğrendiğim şey bu olmuştu benim yazılarıma gülünür asla okutmamalıyım. Inside out filmindeki gibi hooop cam küre al sana çekirdek inanç. ‘yetersizsin’. Tabi tek sorumlusu bu olay değildi yetersizlik hissimi destekleyen onlarca durum yaşanıyordu da bunun kadar acı değildi sanki onlar. Aradan birkaç sene geçti şiir, günlük, öykü ne varsa yazıyorum hepsi ödül alır bence ama insanlık kaybetti paylaşmıyorum. Sonra bir an oldu. Küçük bir an. babamın sesinin ilk defa başka bir amaç için çıktığını duydum. Misafirler gelmişti kimdi hatırlamıyorum ama bir türlü kalkmamışlardı, çok sıkılmıştım oturduğum yerde elimde kağıt kalem her zamanki gibi şiir yazdım; haber verilir hemen, misafirler geliyor diye,misafirlik kolay değil, bitmeyen sözlerle, çay,börek darken vakit geçti birden, haydi biz gidiyoruz, mutluluklar diliyoruz. Misafirler giderken uğurlamak için kalkarken -biz misafir giderken ayağa kalkan ve uğurlayan çocuklardık- defterimi masaya açık şekilde bırakmıştım. Asla yapmadığım bir şeydi defterimi açık şekilde masada bırakmak, ben ilk eserini sobada yakmış bir sanatçıydım çünkü eserlerim insanlık için çok fazlaydı onlara asla bu ödülü vermeyecektim ki babam şiirimi okuyordu. Ben bu hatayı nasıl yapmıştım, kafamdan aşşağıya kaynar sular döküldü ve ağır çekimde babamın okumayı bitirmesini bekledim. Döndü, bana baktı o zamanlar çok sert bir adamdı, duyguları asla anlaşılmazdı, dedi ki; başına güneş mi geçti bu ne böyle. Şimdi komik gelen o satırlar benim için sanat eseriydi, ne olmuştu beğenmiş miydi? Anlamadım ki adam döver gibi konuşuyor ne tepki versem bilemedim. Ben de durdum, sadece baktım defterimi aldım. Abim var tabi bir de en güzel duyguların katili o yıllarda babam övdü ya beni ilk kez saçma bişiler diyor arkadan. Yedirir miyim ben size eserimi koştum yatağıma gittim. Ama o yatak nerede abiminkinin hemen yanında. Ay geldi bişiler diyor o daha güzel şiir yazarmışlar filan. Böylece övgü olduğunu yıllar sonra anladığım babam tarafından ilk ve tek eleştirim bu oldu.

Uzaylı ailem gelmeyeli 43 sene, okumayı öğreneli 36 sene, ilk eleştirimi alali 35 sene, tekrar yazmaya başlayalı birkaç ay oldu. Ben şanslıyım. Hayat baktı benden bir cacık olmayacak bana muhteşem arkadaşlar gönderdi. Şöyle aslında annem öleli 22 sene oldu son yazımı onun ölümünden 1 sene sonra onun doğum gününde dedeme giderken yolda yazdım ve yıllarca tekrar kendim için hiçbir şey yazmamaya karar verdim. Çünkü o aralar aldığım en kötü eleştiriyi almıştım yazarlığım için değil ama oyunculuğum için. Ben de daha fazla mücadele etmek istemediğim o arada buna zaten fazla gücüm olmadığı için yüzümü kapitalizme döndüm. Alakam olmayan işlerde çalışmaya başladım. Iş için, arkadaşlarımın içerikleri için ufak tefek yazsam da kendim için bir cümle yazmamıştım. Hayat eğer 40 yaşınıza kadar yaşamanıza izin verirse sakın depresyona girmeyin hayat ile ilgili kuracağım en gerçek cümle bu çünkü 40 larımı çok sevdim. Ikinci ergenlik gibi ama artık ne yapıp ne yapmayacağınızı, neyi istemediğinizi çok iyi bildiğiniz yaşlar olduğu için yanlış dış seslere kulak asmıyorsunuz. Zaten hayatımda var olanlar ve bu yaşlarımda gelen arkadaşlarımla ve kendi iç sesimle kendi kabilemi kurmuş gibi hissediyorum. Şu an bu tuşalara basmak bile muazzam bir hareket defterini sobada yakan o çocuk için. Hele paylaşmak birilerine okutmak büyük hareket. Çırılçıplak soyunmuşum herkes bana bakıyor gibi hissettim geçen gün ilk yazımı paylaştığımda. Tanımadığım insanlar okudu 5 kişi beğendi filan bu benim için sarsıcı ve heyecan verici. Çünkü yazdıklarımı sadece ben okudum çok uzun zamandır. sonra cesaret edip yakın 2 arkadaşıma gönderdim. Onlar beğendik dediklerinde de inanmadım. Motivasyon için diyorlar diye düşündüm. Ama 5 kişi beğendi bu arada tekrar bakmadım kaç kişi oldu beğenen diye 5 bana yetti çünkü. Hayatınız boyunca içinizde cayır cayır yanan potansiyelinizi bastırdıysanız ve bir anda onu salmaya karar verdiyseniz ve paylaştıysanız ve beğenildiyseniz 5 çok büyük bir sayı. Yeterliliğimin bir önemi kalmadı artık. Ben içinden gelen yola yeni girmiş bir ruhum. Çiçekler açıyor içimde, ellerim beynime yetişemiyor, sürekli yazmak istiyorum. Zihnim hala bi yerlerden ‘tatlım bakar mısın sen yetersizsin, yazdıkların bir boka benzemiyor, ne saçmalık’ dese de, gerçek sesler de arada buna katılsa da yani ‘işi neden bıraktın, ne olacak yazacaksın da’ gibi sesler duysam da artık hiç önemi yok. Yıllarca konservatuar sınavında benim performansım sonrası’oh bu da bitti’ diyen ses yankılanmıştı içimde. Şimdi hayatın göreceliliğini anlamak kendime fırsat vermeme sebep oldu. Bildiğim tüm kelimeleri anlamlı bir dizi şeklinde yazmak, içimde yanan alevi harlamak, hiç hissedemediğim öz değerimle ve kendimle buluşmak bir çorap söküğü gibi hayattan zevk almamı sağlıyor. Şu an için bu yeterli. Sonrası için bir planım yok sadece çekilmesi gereken filmler, yönetilmesi gereken oyunlar, alınması gereken nobeller filan var. Tek bildiğim artık kimsenin tepkisi ile hiçbir kelimem sobada yanmayacak.