sokakların köşebaşlarında,

bir mekan, bir anı

birlikte yenmiş bir avuç meyve.

bir restoran belki de

ne bileyim işte,

bir dizi, bir film; beraberken izlenen

bir şarkı, bir müzik; dinlenen ve söylenen.


soğurmuş izleri, karışırmış toprağa

yavaş yavaş silinir kaydı,

raf arkasına itelenir.

hapsolmuş kutuya sanma bir şeyler saklı.

zaman arkasında yarım kalanlar bırakmaz,

zira zaman yalnız, tam olabilmişler içindir.


adı duyulunca bile ilk sırada değil,

elim kaleme kaşınmasa, hayatta mı, belli değil.

hissizleşmek normal mi?

bunun adı sinsileşmek midir?

kendimi zorlasan da acıya, kedere, yok işte

alışmışlıktan mı bu böyle 

yoksa ederi mi buymuş, nedir?


yemin ederim ki, sesi siliniyor kulağımdan,

tanıyamadığım o karakteri.

gözlerinin şeklini hatırlayamıyorum.

ton sorsan,

zaten çoktan unutulmuş renkleri.

siyaha ve beyaza yakışmayan bir hikayeydi bu,

eminim ki ilelebet kapandı, 

artık kapağı dahi açılmayacak bi' kitap gibi.

olmayan ihtişamıyla sonsuzlukta yankılanan

siyah ve beyaza yakışmayan bir hikayeydi bu,

belki o yüzden; kaldığı yerde hep gri.