Önceleri bana çaresizmişim gibi hissettirecek bir duyguya rast gelince, kendimi kollarımdan tutup sürükleyerek ortasına atardım. Söz gelimi, bir kesici aletle acıyı etime kazırdım. Nerede bir zor var; bir kor, bir bela varsa o daha gelmeden ben giderdim ardından. Bence insan ancak böyle güçlenirdi çünkü. Ten vuruldukça sertleştirdi. Ben de öyle yaptım. Koştum ve gülümseyerek çarptım çok sert bir yere. Güçlenmek için medet umdum; çok zalim bir adamdan, o adamın ayakları altından, bir mezardan, ölen annelerden, seni sevmeyen kardeşlerden, memleket meselelerinden...
Ama şimdi, bir damla su var önümde, ne kadar batsam boğmaz, herkesten de iyi biliyorum yüzmeyi ama kendi elimi tutup "hadi gidelim" diyorum, "hadi gidelim canım değmeyelim biz bu suya." Bir ateş yanıyor ve ben üflemiyorum, biliyorum ki nasıl olsa bir gün kendiliğinden sönecek. "Gelgidelim" diyorum. Kendimi belinden ve omuzlarından kavrıyor, kucaklıyor, götürüyorum.
Bir şeylerle savaşmak, bir şeylere karşı koymak, sınanmak, kanamadan yürümeyi öğrenmekle meşguldümya bir daha cam üstüne basmak, ben istemiyorum.
Bundan on beş sene evvel, parka gideyim, diye ağlardım. Bundan on sene önce, anne, diye. Gider kandır, candır, dosttan ya da akrandandır diye bir omza yaslanırdım. Şimdi ise ağlamamak için dişlerimi sıkıyorum. Zaman ne acımasız. Gidecek, gidince dizine yatacak birine rastlamıyorum. Ben çok büyüdüm ve nasıl yaşıyorduk bir türlü hatırlayamıyorum.
Arkamı dönüp gidiyorum. Bir damla su vardı ya; ondan kaçıyor ve gidiyorum. Sonra tekrar aynısı. Sonra tekrar. Sonra diyorum ki “Canım, hadi bırak elindekileri. Kırıldı mı, toplama; yanıyor mu, sana düşmez söndürmek. Yapamayacağından değil ki, yapma işte. Ben de insanım, yoruldum.”