serhat tepe'ye


-I-


gece kendini yerden yere vururken

başladı sarsıntı

böyle zamanlarda sol yanındaki melek yüzüne kömürden bir iz bahşederdi

sen bir lekeye dönüştüğüne inanırdın

ah, geceyi üzerimde paslanmış bir demir gibi taşımasam

sen olmasan gecenin sağ kolu

durulmaz sularla yıkardım yüzünü


gündüz gecenin küllerini dökerken sulara

bitti sarsıntı

böyle zamanlarda gözlerinin içindeki ülke kapılarını dünyaya açardı

sen ağladığına inanırdın

ah, içimdeki lekenin rengini bu kadar

bilmesem

sen olmasan kara ışığın kırıldığı tek duvar

dinmez ateşlerle yakardım hüznünü


-II-


ayakta uyutuyordu bizi yaşam

uyanmayı beklemekle geçiyordu rüya


gizi bildik artık

bizi bilin diye önce birbirimizi bulduk

güneş o an sıcak rüzgârlarıyla dokundu tenimize

unutmayın der gibi arka sokağınızdaki fırtınayı

önümüzde ufuklarda bir yerde durduk

tuttuk bakın ellerimiz bir

unuttuk olanı biteni

tutun bakın bir biziz bir


o an kuşlar uçtu üstümüzden

çığlıksız ve sakin

biz adını bilmediğimiz diyarın sakinleri

ateşten trenimiz batarken karşıda

içimizde bir kıpırtı

tenimizde dünyaya kısılmışlığın mührü

gözlerimiz hâlâ orada

o uzakta


bu yük fazla dediler

bu kadarı fazla

sormadılar önce

bu izle yaşanır mı

büyük gelir mi ruhunuza

sonra lütuf:

öperseniz diye, tuzunu eksilttik

tutarsanız diye, buzunu kırdık

ki yanmasın gözleriniz

ki üşümesin elleriniz


ellerimizse

bir gizi taşımayı öğrenmiştir artık

ustaca saklar kızgın demirlere aşinalığını

nefesimiz is kokar bazen

başka bir adıdır bu

korlar ülkesinden gelmişliğimizin

şüphesiz kayıp çocukluğumuzun kokusudur

rüzgârın tenimizde duyduğu


kovulduk mu

yoksa imtihan mı bu karayış

iki bedende tek yalnızlık

orada bizi bekleyen var mı

yoksa bitmez bu arayış


her günün iflasına yakın

gözlerimizi diktiğimiz uzak

ve ateşten tren

bir gün al bizi habersiz

yak ve kurut

götür oraya

bu, intihar sayılmayacak


geleceksin

görür ve duyarız

biliriz, içimizde gürültünle

koca bir günü batırmayı

biraz geç de olsa

kederli bir vedayla bakacağız son kez ardımıza

pisinde iz bıraktığımız yaşam denen belanın içinde kalan tüm insanlara

sabırsız ama içten bir selamla


uzansak dokunacağız ama

yol çok sürer mi

sıcak ülkelerin kanını taşıyan

damarlarımız ve üzerimize sinmiş soğuk

üşümemiz varmakla geçer mi

ateşten tren

yokluğa sürme bizi varlığınla yeşertirken

yaksan da kurutsan da

o gün geldiğinde tut bizi sıkıca


biz

hayata uyandık gizlerle

kâbuslar karanlığımızda uyusun diye


-III-


göğsümden koparıp omuzlarına bıraktığım

salınmadan yürürkenki o kırılgan ciddiyetin

ardına bakmasan da her adımda geriye koşan gidemeyişin

bir kişilik yer daha varmış hayata sıkışmaya

mağlup olunacak bir kucak daha kalmış

karanlığın elleri artık hapis

böyle ziyan edilmez tuzları öpmeye bir tek dudak kalmış

vefa,

bu hayata bizimle uyanacaktı

ve anlamını bulmayı böyle tanıyacaktı


bir rüya karanlığımızdan uyanıyordu

titriyordu ilkin

veda kaldırımlarında düşüşümüzü anımsıyordu

sağında gecenin hüznü

karanlığın yüzü sol yanında

sıkışmışlığı bizden soracaktı

gecenin gözlerinden akan ateş yağmurları

ve kavruk dudakları karanlığın

gözyaşları böyle öpülmez diyecekti

veda,

bu rüyadan utanacaktı

ve varlığından

kaybolmuşluğu böyle tanıyacaktı



fotoğraf: utku koçlar