Sevgili Tanrı'm;

Gecenin karanlığında, saat 04.08'de bilgisayarının klavyesini tıkırdatan bu ölümlüyü duyabildiğini ümit ediyorum. Ümit etmekle kalmayıp inanmak istiyorum. Hayatımı çevrelediğin insanlar da sürekli bu yönde telkinlerde bulunuyorlar. Nitekim biri var ki ona baktıkça seni inkar etmem olanaksız, biliyorsun. Seninle de konuşmazsam ruh sağlığı doktoruyla dertleşeceğim yakında galiba. Hem şu an varlığınla ilgili tartışacak gücü hissedemiyorum. Ne iç sesim ne de ben, yıllardır çıkamamıştık işin içinden zaten. Bu sebeple dilemma artıklarımı bir kenara bırakalım lütfen. Bir geceliğine bana odaklan. Otomatik pilota al hayatı. Bir şekilde devam ediyor nasılsa; birileri ülkesi için savaştığını, öldüğünü sanırken diğerleri onların üzerinden kanlı coğrafyada kuracakları inşaat şirketlerinin pazarlığında, birileri yazlığın bahçesi için aldığı eskitme dökümlü mobilyaların renginde, birileri sütü gelmeyen eşi yüzünden aç kalan çocuğuna mama parası derdinde. Kimi hayatının aşkını arıyor, kimi tribünde şampiyonluk için gırtlak patlatıyor, kimi kardeşinin çözülemeyen cinayetinde, kimi zeytinden bu sene çıkan yağın azlığında, kimi deftere karaladığı şiirleri annesinden saklamakta, kimi banyosunda mastürbasyonunda, kimi televizyonunun piksellerinde, kimi stalkın doruklarında, kimi rahibeye nasıl açılacağında, kimi Cern’de atom peşinde, kimi toplumsal duvarlar örgüsünde, kimi egoist anaforunda… Kimmih diye mi okunuyordu Bayern’in sağ beki? Her neyse. Endonezya’da bir atölyede çalışan işçi, iplerini bağladığı ayakkabıyı üç ay sonra Ardahan’daki mağazanın vitrinini kırarak çalacak acemi hırsızın, cezaevinde tecavüze uğrayacağını bilseydi yine de orada çalışır mıydı? Ya da akşam babasıyla kavga eden genç öğretmenin, sabah anlatması gereken müfredatı ağzının kenarıyla anlattığı Şule, seçme ve yerleştirme sınavında hemşireliği tek soruyla kaçırıp on dokuzuna gelmeden kocaya verildiyse? Dayakçı kocanın elinden kaçan Şule, Mis Sokak'ta öğretmen çocuğuyla tartışan babaya bedenini pazarlıyorsa? Türk filmi gibi değil mi? Hem de bok gibi senaryo. Para verip izleyenler ‘’Sikerim yapacağınız filmi!’’ demez mi? Dur, hemen yazıcı meleklerini gönderme şimdi. Bunların hepsi senin hayal gücün değil mi? Kurduğun düzen böyle işlemiyor mu? Aslında daha çok örnek verecektim ki aklıma Jaco Van Dormael geldi. Adam envaiçeşit sahnesini çekmiş Mr. Nobody’de. Şimdi hem ona haksızlık olur hem de yapmacık düşer örnekler. Yaptıklarını anlatınca suçlu biz mi oluyoruz? Sanmıyorum. Seninle tartışmayacağım, sadece dinlemeni istiyorum. Konuya gelemeden absürt bir giriş yaptığımın farkındayım, ama zamanın çok. Ne de olsa 14 milyar yıldır bekliyorsun kıyameti. Sahi öbür tarafta hazırlıklar tamam mı acaba? Cennetin katmanları, cehennemde görevli zebaniler, Araf'ın kaotik evreni, nereden baksak yüz milyar insanın kaydı küreği. Epey dönüm arazi çevirmek lazım. Senin iş de zor vesselam. Benim yakarışım ise artık anlattıklarımın gözle görülemeyen mikrop zerreciği kadar umurumda olmaması gerekliliği. Dün haberlerde ‘’eski imamın görüntüler eşliğinde köpek üzerinde cinsel deneyimi’’ vardı. Bakınız, “eski imam köpeği sikiyordu” yazmıyorum kızmasınlar diye. Sanki bu kelimeyi hayatlarında hiç duymamışlar, hiç kullanmamışlar gibi okuyunca ahlak hakimine evrilen oportünist piçlerin paşa gönlü hoş olsun. Bu durumda köpeğe mi üzülürsün, imamın çocuklarına mı, site için haberi hazırlayan zoofili düşkünü editörün görüntüyü olduğu gibi yayımlamasına mı? Neresinden irdelersen saçmalık kokuyor. Dünyanın öbür ucunda düşen bir canlıya acıma, kaygılanma vicdanını neden verirsin bir insanoğluna? Bu denli yoğun olması şart mıydı içime bıraktığın vicdanın hassasiyeti? Birazını kanser hücresi gibi yayılıp iyi niyetli insanlara musallat olan orospu çocuklarına versen olmaz mıydı? Katlanma sınırlarımın tel örgüsündeyim. Dikenler avuçlarımın içini kan revan bırakıyor. Evet tırmanıyorum ve sanırım az kaldı tepeye. Son tele ayaklarımı yasladığımda inmeye gücüm kalır mı bilmiyorum. Bedenimi aşağı doğru bırakırsam 33 yıldır küfrettiğim piçlere mi dönüşürüm, ölür müyüm seçemiyorum. Her ikisi de mega kentlerin çöp yığınından farksız. Ölürsem kendimi bıraktığım için ateşlerin içinde bir sonsuzluk. Belki benim için üzülenler de olabilir. Ölmez de piçlik sınırına nefesimi üflersem kendimden nefret eden-ettiren bir insan mı olurum? Verdiğin bu aklı neden saçma sapan bir coğrafyaya ve topluma bıraktın Tanrı'm? Gözlerini sadece kendi doğrularına yönelten, gökkuşağındaki diğer renleri hiçe sayan organizmaların acıtmalarını neden iyilerin sırtına yükledin Tanrı'm? Gözlerimi açamıyorum, bitirmem gerekli Tanrı'm, en azından seninle konuşmam lazımdı. Sürçülisan ettiysem affet. Kafamın karışıklığına ver. Bir de ruhumu geri ver Tanrı'm. Nefesimi sen alıncaya kadar sonsuzda bir ihtimal de olsa ruhumu görme şansım varken seni üzemem... Ruhumu hiç üzemem. Vardır bir bildiğiniz... Sağlıcakla.   


18 Mart 2018