"Nasıl ve ne zaman bilmiyorum

Kapının açıldığı çayırlık

O tatlı keskin koku, iç çekişler

Kıyıyı dolduran ışık

Daha önce benim olmuştun

Kaç yıl geçti söyleyemem

Boynunu uzattı, perdeler kapandı

Kırlangıçların uçtuğu mevsim

Hepsini hatırladım evvel zaman

Daha önce de böyle mi yaşandı ve zamanın girdaplı uçuşu,

Geri getiremez mi eski günlerimizin aşkını

Ölüme rağmen bir daha, gece gündüz doğmaz mı o tek arzu?"



kiliselerde şaraba basılmış tütünler

ciğerlerime doluyor

aklımda can alıcı tebessümlerin,

kalbim ruhunun rehavetinde

deli divane


benim mücazatım

sesine sağır kalmak olacak

benim mücazatım

haviyenin cezbeden yangınlarına yaklaşmak değil

seninle beri düşmek olacak


uzak kal!

hangi ütopyaysan ya da hangi cennet

şu haziran akşamında sen yüreğime kerbelâ

gözlerinde ölmek istemediğim bir yaşam


şu denizler taşmaya ne kadar müsaitse

canım en başından müsait hançerine

şu bulutlar ne kadar köpürüyorsa üzerime

canım en başından muhtaç merhametine


sen ki karanlık ormanlara düşen

yüce ışık

yeşilleri kavuran ilahi düşüş

cebrailin kıyıp da dillendiremediği vahiy


düşledikçe seni tertemiz bir melek düştü dünyaya

gülümsedi tanrılar, çıldırtan bir gururla

istediğin kadar uzak ol

kendinden bile yakınsın bana