Yanıyordu dipdiri vücudu. Tir tir titreyen elleriyle tuttu soğuk bardağı. Islandı dudakları. Soğuk suyun ferahlığı ağzında gezinerek boğazına doğru indi hızlıca. Gözyaşları sel etkisi yaratmıştı yüzünde. Durmak bilmeyen ve hırçın bir seldi bu. Kirpiklerine tutunamıyordu damlalar. Birinin üzerine diğeri biniyordu. Yüzüne bomboş bakıyordum. Onunsa gözleri ıslaklıktan açılamaz haldeydi. Bardağı tutup ağzına götürmesine yardımcı olmaya çalıştım. Onun elleriyle benim ellerim de titremeye başladı. Acıyı paylaşmak mıydı bu? Bilemiyorum. Bir tek kelime döküldü kıvranan dudaklarından. Kekeleyerek. Zoraki bir ses, iki hece. "Anne," diyebildi sadece. Taburenin üzerinde oturuyordu. Eğretiydi duruşu. Vücudu ne yapacağını bilemez halde. Bir elinde sigara tabakası vardı. İnsan acıdan inleyemez haldeyken nasıl yakacaktı sigarasını? Çakmak parmaklarından kayıp giderdi.
Bu kopuk düşünceler aklımdan geçerken ne yapmam gerektiğini bilemez halde orada öylece durmuş, ağıt yaşlarını izliyordum. Yanında bulunduğumun farkında bile değildi. O an ona gerekli olan ben değildim. Annesi ölmüştü. Ve kolundan tutup kavuşturamazdım onları. Bazı şeyler paylaşıma açık değil, derler ya hani kimileri. Tam olarak bunun ortasındaydım. Nefesini tüketmiş, gezegende vadesini doldurmuş biri, diğerinin de nefesini kesiyordu farkında bile olmadan. Yoktu ki o! Ertesi gün boş bedeni toprağa girecekti. Yokluğun, en yoksul anları kayıp verilen zamanlardı. Zamanın önemini yitirdiği, sevdiğini yitirdiğin an. "An"sız kalsam, kalkamasam bu tabureden dediğin, tükendiğin an...