Anahtar deliğini bulurken hiç bu kadar zorlanmamıştım. Kapının açılmasıyla iki odalı minik evim(iz)in karmaşıklığı beni ürküttü. Tanıyamadığım adımlarla küçük odaya geçtim. Toplanmaya kitaplıktan başlamam gerektiğini bilmeme rağmen elimi kitaplığın en başındaki kitaba attım.

"İlk ihanet onarılmazdır. Başka ihanetlerden oluşan bir zinciri harekete geçirir ve bunlardan her biri bizi ilk ihanetimizden uzaklara, daha uzaklara götürür."

Belki de tam da ilk ihanetimizden önce çizmiştik bu satırların altını. Ben yeterince uzak hissediyorum ilk ihanetime. Sanıyorum ki bu nedenle gitmesi kolay oldu.

Kitabı önceden ayarladığım koliye bıraktım. Kaldırdığım kitabın ağırlığı başımı ağrıtmaya yetmişti.

"Hayır abla toplanabilirim, sen hiç yorma kendini. Şimdi kapatmam lazım, yapılacak bir sürü iş var."

Odamıza geçip yatağa bıraktım kendimi. Yapılacak birçok iş olduğu gibi düşünülecek de birçok detay vardı. Tek odalı bir evde mi yoksa yıkık dökük bir otelde mi kalıyor? Yatağını yabancıladı mı?Soruyor mu beni kendine?

"Olmaz, sen de o yürek yok, çıkamazsın o kapıdan!"

Çat...

Bir yeni mesaj.

Açtım davayı, gelir kâğıt yakında.

Sürekli “Sevmiyorsun beni, bırakıp gidersin sen.” tarzı cümleler kuruyordu. Her seferinde gülüp geçtim. Bilmiyordum ki bunun bir nevi ihanet olduğunu. Giderken söyledi.

"İhanet ettin bitik sevdamıza."

Kapattım gözlerini, uyanıklığın son deminde ağzından kanlar döküldü. Kan kırmızısı ihanetler...