Bahar geldi de geçiyor. Mevsim elindeki her şeyi bize sundu. Eteğine doldurduklarıyla üzerimize koşuyor, son kez. Ihlamur ve leylakların kokusunun ilk defa burnumuza ve kasıklarımıza ince bir sızı halinde vurmasının üzerinden neredeyse iki ay geçecek. Oturmuş gün geçiriyorsun. Günler zaten geçiyor. Sen hâlâ günlerin geçmesi seninle alakalı bir şey sanıyorsun, yoksa yaşanmaz. Bu yaptığına yaşamak denir mi onu da bilmiyorsun. Günler birbirine benziyor.
Bir şeyler yazmak istiyorsun ama yazdıkların da birbirine benziyor artık. İlhamını kaybettin. Basit şeylerden zevk almaya çalışıyorsun. Zevk alma eşiğin iyice düştü. Çirkinin teki ahmakça bir şaka yapsa bile güldürebilir seni. Bir önemi yok. O sevimli hayvanlar eskisi kadar sevimli gelmiyor; yaşıyorlar işte. Lafın özü şu, o şirin hayvanlardan pek farkın kalmadı artık. Sana mı öyle geliyor yoksa gün geçtikçe suratın da o hayvanlara mı benziyor artık? Yediğin öğün sayısı bire düştü. Geceleri aç yatıyorsun. İçindeki boşluk gün geçtikçe büyüyor. Küçülür sanmıştın. Biter sanmıştın. Dönemsel sanmıştın. Kendine yalan söylediğin ve özünü reddettiğin her an içindeki boşluk büyüyor. Seni de yutacak yakında. Bu nedenle geceleri aç yatmamalısın. Boşluğu bir şekilde doldurmalısın. Gittikçe zayıflıyorsun. Kemiklerin ve kasların belli olmaya başladı. Seni yalnızca bir ekrandan gören insanlar iyi gözüktüğünü söylüyorlar. İnsanın mutsuzken iyi, mutluyken kötü gözükmesi ne garip şey. Bir şeyler yapmalısın. Sigara içmekten, hayalî adamları ve kadınları mavi ekranda izlemekten, yemekten ve düşünmekten farklı bir şeyler yapmalısın. Koşarak uzaklaşmak istiyorsun. Bu nedenle gece koşularına başladın. Neredeyse her gün beş, belki on kilometre yürüyor, koşuyorsun. Geçen gece koşarken ağlaman bir şeyler söylüyor sana ama ne?
“İçindeki sesi dinle.”
Bu hayatta duyduğun en işe yaramaz öğüt. İçindeki ses ne diyor? Soyu kurusun, daha iyi bir şey dediğini duymadın. Ait olmadığını söylüyor, sevilmeye değer olmadığını; saçı okşansın istiyor içindeki ses belki de. Ne boktan. Kendi saçını kendin okşayamadıkça bir yere varamayacağını biliyorsun. Kaçıp gitmek istiyorsun. Bir meslek sahibi olmak, mesela bir teknen olsun istiyorsun. Sabah altıda uyanıp kenarlarını kazımak, iplerini çözmek ve balık tutmaya çıkmak. Aslında ne istediğin apaçık ortada, gerçek. Gerçeği istiyorsun. Manayı ve anlamı. Bulur gibi olduğunda kaçıyorsun. Işık gözlerini yakıyor. Hiçbir şey bu kadar güzel olamaz, bu kadar güzelse gerçek değildir. Gerçeğin güzelliğinden korkuyorsun. Her şeyi bırakıp onu takip edersen ve hayal kırıklığına uğrarsan sonun olacak, biliyorsun. Maalesef takip edeceksin onu ama bunu da biliyorsun. Zamanın içinde bir zaman çalıyorsun kendine. Kazanıyorsun onu, zamanı. Aslında keyfin yerinde. Güvenli alanından çıkmıyorsun. Gün geliyor, yaklaşıyor. Mevsim üzerine koşuyor. Bir yıldır aynı yerdesin, beklersen geçer sandın. Üzerinde değişti hava, gök üzerinde değişti. Sıkılıyorsun. Öyle alelade bir sıkıntı değil bu.
Evren üstüne kapanıyor. Biliyorsun. Aslında pekâlâ biliyorsun. Zamanı geliyor.