Üniversiteye Tarkovski, hadi olmadı en azından Zeki Demirkubuz olma hayalleri ile gidip, sinema okuduktan sonra ola ola ancak düğün kameramanı olabilen Turgut, o gün beni aradı. "Düğün salonunda ekstraya eleman lazım. Yarın düğün büyük, diyorsan seni yazdırayım." dedi.
Yıl 2017, verecekleri para 50 TL. O zamanlarda da para değildi 50 TL ama kabul ettim. Parasızdım, faturaları ödeyemediğim için telefonum kapanmıştı iyi hatırlıyorum.
Daha önce de gitmiştim o salona. Garsonluk için. Yine öyle olur sandım da bu sefer arka depoya bir kamyon meşrubat gelmiş, onu çekmeye çağırmışlar meğer. Üstelik tek başına ben halledecekmişim.
O kadar uzun sürdüki işim, düğün başladı da biteyazdı. Kamyonu indirip boşaltınca artık yeter bugünlük benden bu kadar deyip havlu attım.
Depodan çıktım, mutfaktan geçtim, salona girdim. Kan ter içinde kalmıştım, önümden gelip geçenleri bile pek seçemiyordum. Koşuşturan çocuklar ayaklarıma takılıyorlar gelip gidip bana çarpıyorlardı. Bangır bangır çalan oyun havasını da filmlerde olduğu gibi boğuk boğuk duyuyordum. Bütün o parıldayan elbiseler, envai çeşit parfümler arasından yokmuşçasına süzülüp geçiyordum. Kendimi bir yerlere atıp dinlenmek istiyordum sadece. Önümden gelin geçti o sıra.
Gelini bir yerden tanıyordum ben ama nereden tanıyordum? Kimin düğünü onu yazan tabelaya baktım, bu soyadı da bir yerden gözüm ısırıyor ama hay Allah nereden?
Tabi ya Aslıhan bu! Hayır sevdiğim kız değil, ablası. Bir zamanlar tüm lise hayatımı peşinde geçirdiğim kız. Bizim zamanımızda ilişkiler daha bir anlamlıydı. Zorluğundan herhalde, kıymetliydi. Kızların çoğunun telefonu yoktu misal. Okul dışında görüşmek imkansıza yakındı. Kızlardan utanırdık, konuşamazdıkta doğru düzgün. Nasıl gideceksin babam yanına! Üç dört kız bir olmuş geziyorlar. Sen gideceksin de aralarından birini çekip alacaksın! O da gelecekte sende orada derdini anlatacaksın.
O yaşlar öyle yaşlarki kavgadan gürültüden korkmazsın, cümle alemden çekinmezsin bir şu tutulduğun kızcağız kadar. Gözünde büyür de büyür dev gibi olur o kız. Dünya bir o, bir sen. "Ya redederse?" der durursun.
Mevzu kızda da değildir esasen. Sevildiği kız tarafından ret yiyince bir erkek, tövbe toparlanamaz artık. İlk aşkın, ilk heycanın, kendini karşı cinse ilk takdim edişin ve rededilmenin özgüven kırıklığı alır da içini yakar insanın bir ömür. "Ben mi eksiğim, el mi benden fazla?" der durursun. Yıllar geçer de yeni yeni kadınlarla konuşurken bile içindeki kor gelir senin bütün özgüvenini iki kem küme çeviriverir!
Yalnız ne güzel kızdı Neslihan! Yavru cerenler gibiydi. Tekmil alemin içinde birinciydi. Öyle gelirdi insana. Ablası evleniyormuş demek. O da buralardadır şimdi. Üstüm başım kir toz içinde ki sorma. Bu amele halimle görmemeli beni. İyiki bu sefer salonda garsonluğa vermemişler beni. Var herşeyde bir hayır. Böyle görünmemeli, tanıdık çoktur. Dışarı çıkmalı.
Kapının önüne geçip bir sigara yakıyorum. Vay Neslihan vay! Yıllar geçti de tekrar aynı yerdeyiz demek. Aslında gitmeli; üstünü başını değişmeli, yıkanıp taranmalı düğün bitmeden gidip Neslihan'ın karşısına durmalı. Sanki rastlantı gibi. "Sende mi buradaydın?" demeli. Yok yok başta görmezlikten gelir gibi yaparım. Düşünür "Beni unuttu herhalde!" der. Sonra "Aa," derim, "Neslihan! çıkaramadım seni başta." Muhtemelen o da bizim gibi yeni mezun olmuştur üniversiteden. Tüm yeni mezunlar gibi iş güç dert sıkıntı içindedir. Bugünlerde insan beraber direnecek kimseyi arar yanına. Herşeye rağmen buradayım diyecek birini arar. Evet evet gidip üstümü başımı değiştireyim. İlyas abi de "Düğün bitmeden üst değişmişsin!" derse, "Herkesten iki kat fazla iş yaptım!" derim. "Git bak depoya!" derim. "O kadar meşrubatı sırtında kim indirdi!" derim. Zor eder de parayı vermezse de vermesin! Zıkkım olsun! Şu sigara bitsin gitmeli gitmeli!
"Birader çakmak var mı?"
Takım elbiseli bir adam, muhtemelen düğüne gelmiş ziyaretçilerden birisi. Uzatıyorum çakmağı.
"Bitti mi mesai?"
"Bitti sayılır."
"Bir şey kalmadı ya! Takıyı da taktık zaten. Dağılıyor millet."
Ya ya der gibi yüzüne bakıp kafamla onaylıyorum.
"Lavabo ne taraftaydı?"
"İnan bilmiyorum kardeşim, bende bugün başladım."
"Öyle mi?"
Gevrek bir laf dönüyor aramızda. Sigara da elimde çoğalıyor, iç babam iç bitmiyor. Ya da ben mi böyle aheste içiyordum ki? Bilerek kendimi geçe koyuyordum? Yok yok acele etmeli! Burada saçma sapan muhabbetlerle zaman kaybetmemeli. Neslihan'a nerede rast gelinir bir daha koca şehirde. Zor çok zor. Kader bir şans daha vermişken... Acele etmeli gitmeli hemen üst değiştirmeli.
Ben daha çakmak isteyen gevrek adamla kapıdayken koyu bordo elbiseli, gök gibi beyaz omuzlarına obsidyen siyahı saçları dökülmüş bir kadın süzülür gibi çıkıveriyor içeriden. "Hadi gidelim." diyor yanımdaki elemana. Neslihan bu.
"Çakmak için eyvallah, kolay gelsin birader!" diye tokalaşırken yüzüğü fark ediyorum. Ablasında da önce evlenmiş Neslihan.
Turgut geliyor. Elinde zamanında, okulunun ilk senesi olsa gerek, yaz boyu oto yıkamada çalışarak alıp binbir hevesle bize gösterdiği ikinci el kamerası, yüzünde uzun zamandır takındığı için artık kanıksadığımız o ölgün bakışları "İlyas abi 'İşi bittiyse masaları toplamaya geçsin.' dedi kardeşim." diyor.
Bir Turgut'a bakıyorum, bir üstüme başıma, birde usul usul giden Neslihan'a. Yıkılan hayaller, dikiş tutmamış hayatlar. Yatalak olduğu halde futbolcu olmak isteyen çocukların saflığı, olmazlığı var üzerimizde farkında değiliz. İşte bize çizilen kader. İşte bizim yolumuz. Ötesi yalan. Ötesi tüm tekmil kara boşluk.
Fotoğraf:Neden Tarkovski Olamıyorum/Murat Düzgünoğlu(2015)