Hayal etmekten başka ne yapar ki insan bir ömür? Bir şeyleri hayal etmekten başka ne yapar? Bir ömür hayal ettiği şeylerin gerçek olma ihtimalinin umuduyla ya da olmama ihtimalinin kaygısıyla yaşamaz mı? Tıpkı… Tıpkı koca iki dağın arasına asılmış uzun, ince bir ipin üstünde yürüyen biri gibi… Kimi zaman içi büsbütün umutla dolmuşçasına emin adımlarla yürür, kimi zaman ta boğazına kadar kaygıya batmışçasına vazgeçip gözlerini kapatıp kendini bırakmak ister koca bir boşluğa… O an hatırladığı her şeyin, bir zamanlar gözlerine uykuyu yasak etmiş her şeyin, ona kendini dahi unutturan her şeyin o an düşündüğünde yalnız ve yalnız bir hayalden öte gitmediğini anlar… Peki der, peki eğer tüm bunlar hayal ise ben neden yürüyorum bu ipin ucunda? Ne için? Kim için? Ne olacak karşıya vardığımda? Belki de tüm bu hayaller birdenbire gerçeğe bürünecek… Yahut hayali dahi kalmayıp bir göçmen kuş misali alıp başını gidecek… O an bir karar verir insan işte, daha doğrusu vermesi gerekir. Kısa, çok kısa, belki saniyenin onda biri kadar bile olmayan bir zaman diliminde içinde bulunduğu ikilem okyanusunda gel git dalgalarıyla boğuşur, koca bir kaya ağırlığındaymışçasına öyle bir sertçe vurur ki dalgalar ona… Afallar, bocalar bir ara insan… Ama yine de her şeye rağmen boğuşur, boğuşur ve nihayet varır bir karara… Ya hayallerini kaybetme pahasına bile olsa, vardığında belki de onların gerçekleşeceklerinin umuduyla yürür dağın diğer ucuna… Sağına soluna bakmadan… Ya da alamaz göze kaybetmeyi hayallerini, gerçekleşmese de en azından hayallerim var der, kapatır gözlerini ve bırakır kendini o koca boşluğa… Sağına soluna bakmadan… Ve işte öyle ya da böyle mutlaka varır insan bir karara… Sağına soluna bakmadan…