Küstüm her şeye. İçimde bir şey vardı, 20 yıl boyunca hiç istemediğim kadar istediğim bir şey yaşamak. Ben ilk defa yaşamak istemiştim, gelecek hayallerini siktiriboktan laf olsun diye değil, kalbimle istemeye başlamıştım. Hatta bir ara insanlara umut bile olabileceğimi düşündüm, bu dünyanın yaşanılabilecek bir yer olduğuna inanmıştım. Çok güzel bir histi. Hiçbir inancım yokken artık inandığım bir şey vardı. 20 yıl boyunca hissetmediğim duygular vardı en içimde ve bu dışıma da yansıyordu, yaşamak istiyordum.

İşte güzel her şeyin kısa sürdüğü gibi bu istek de kısa sürdü. Ben eski ben değildim, bambaşka, daha da boka batmış bir şekilde buldum kendimi. Eskiden sevgi nedir bilmez, hissetmezken şimdi biliyor ve hissediyorum, bu daha çok yakıyor canımı. Eskiden hiç kimseyi kaybetmekten korkmazken şimdi dizlerim titriyor birini kaybedeceğim, ölüm haberini alacağım diye. Ama daha da duygusuz oldum dışarıdan. İçimde duygu fırtınası koparken dışarıda saç telim bile kıpırdamıyor. Eskiden tek başıma da olsa hıçkıra hıçkıra ağlarken şimdi gözlerim bile dolmuyor, avuçlarımı parçalayana kadar tırnaklarımı batırıyorum ellerime, dişlerim kırılırcasına sıkıyorum ve gözlerimde sanki kocaman bi nefret varmışçasına etrafa sert bakışlar fırlatıyorum. Herkes korkuyor benden, ciddi ciddi korkuyorlar. Saatli bomba gibiyim, her an patlayacakmış gibi...


Sevgi insanı gerçekten çok değiştiriyor. En doruğa da çıkartıyor, en dibe de sokuyor. Ben şimdi o dibin de en dibindeyim. Bana uzanan bir el olsa tutar mıyım? Hayır. Bir atasözü var, eskiden de hep bunu uyguladım, kan kus kızılcık şerbeti içtim de. Ben bu saatten sonra o kanda boğulsam da gıkım çıkmayacak. Uzanan eli de kıracağım. Olması gereken bu. Bir daha hayal kırıklığına uğramamak için... İçimde bir çocuğun ve bir de kadının cesedi var, ikisinin de katili benim.