Kadın eve girdiğinde heyecanlı ve yorgundu. İçindeki merak ve mutluluk onu dinç tutuyordu. Küçük ayaklarını ayakkabısından sıyırdı. Omzunda asılı duran koyu kahverengi çantayı portmantoya astı. Sola döndü, ilerledi. Sokak lambalarının aydınlattığı salona girdi. Yüksek tavan, balkona açılan cam kapı, ileride özenle tasarlanmış mutfak bulunuyordu. Adam kadının peşinden girdikten sonra ayaklı lambaları yaktı. “Nasıl?” diye sordu. Koca salonda bir deri kanepe, bir sehpa, bir de dev ekran televizyon vardı. Sehpa geniş ve çok çekmeceliydi. Parkeler beyaz, mobilyalar ise siyahtı. Kadın koca bir satranç tahtasında sandı kendisini. “Sade ve şık,” dedi. Arkasını döndü. İki kapı vardı. Adam birinin yatak odası olduğunu diğerinin de yakında çalışma odası olacağını söyledi. Merdivenleri es geçti. Kullanması için banyoyu gösterdi, kadın minnet duydu. Son zamanların belki de en sıcak günüydü. Tekne gezintisi, plaj ve caz konseri onu yormuş ve en çok da terletmişti. Kokuşmuş olmaktan dolayı korkuyordu. Neyse ki denize girmiş olmak en güzel banyo bahanesiydi. Duşunu aldı, temiz kalan elindeki son şeyi giydi. Etrafı toplayıp çıktı.
Kadın çekingendi. Önce ne yapacağını bilemedi. Mutfağa yürüdü. Adam ortalıkta görünmüyordu. Balkona ilerledi.
Adam misafiri kadar yorgun ve aç olduğundan pizza sipariş etmişti. Ne sevdiğini bilmiyordu, pizzaya kimsenin hayır diyemeyeceğini düşünenlerdendi. Masayı temizledi. Tabakları, kadehleri ve şampanyayı getirdi. Soluklanmak üzere sandalyeye oturdu ve düşünmeye başladı. Rahatına düşkün olduğundan değil, neler olduğunu kafasında toparlamak için oturdu kaldı.
Kadın banyodan çıktığında pizzalar yeni gelmişti. Adamı balkonda kitap okurken buldu. Kitaba baktığında Schopenhauer’ın adını gördü. “Ne uzun adı var öyle,” deyip bir dilim pizza aldı. İştahla yemeye başladı. “Çok beklettim mi seni?” Adam hayır anlamında kafasını salladı.
Kadının güzel bir işi ve yaşamı vardı. Çalıştığı şirkette iyi satış yapıyor, iyi de para kazanıyordu. Müşteri listesi yeterince uzundu ve daha önemlisi onlar sadık müşterilerdi. Son aylarda yaşanan olaylara rağmen müşterileri onunla iş yapmaktan çekinmemişti. Ofisin köşesinde rahat masasında çalışan kadın, meyvenin içindeki kurt gibi dolaşan gerginliği hissetmişti. Kısa zamanda gerginlik, yerini dışlanmaya bıraktı. Öyle ki ofiste kimseyle muhabbet etmeden günleri geçiyordu. Nedenini öğrenmek için denemedik yol bırakmadı. Sonunda başka bölümden birisi satış bölümünde hırsızlık olduğunu söyledi. “Ben neden bilmiyorum peki?” diye sordu. Arkadaşı gözlerinin içine baktı. Neler döndüğünü bir türlü anlamıyordu. Ne yapacağını bilemez halde bir iki gün geçti. İnsan Kaynakları ile görüşmesi gerektiğini biliyordu ancak ne diyeceğini bilemiyordu. Elinde somut bir delil de yoktu.
Öğle arası hem arkadaşı hem müşterisi olan Müjgân Hanım ile yemeğe çıktı. Arkadaşı olarak geldiğini ve iş yerine döndüğü zaman yine müşterisi olacağını söyledi. Kendisini de uyardı.
“İş arkadaşlarından biri bizi aradı ve yeni satış danışmanımız olduğundan bahsetti.”
“Ama siz benim müşterimsiniz. Müjgân, neler dönüyor bilmiyorum. En kısa zamanda işleri halledip sana döneceğim.”
Ağlamaklı bir hali vardı. Canı yanıyordu ve ne yapacağı konusunda emin değildi.
“Güzel yavrum, neler döndüğünü çok da iyi biliyorsun,” dedi Müjgân Hanım.
Ertesi gün soluğu müdürünün yanında alan kadın, adama bir dosya uzattı.
“Çalıştığım iki yıl boyunca yaptığım satışlar ve geribildirimlerden oluşan rapor. Beni işe aldığınız günden beri zaten bunları biliyorsunuz. Demek istediğim son zamanlarda ortalarda dolanan bir dedikodu var. Önce hırsızlık yapılıyor, suç benim üzerime kalıyor. Kimse benimle konuşmuyor. En kötüsü dün başıma geldi. En güvenilir müşterimi bir çalışma arkadaşım çalıyor. Gereğini yaparsınız diye umuyorum. Yoksa avukatımla iletişime geçeceğim.”
Ayakta durmuş, ellerini kavuşturmuş, vücut diliyle keskin mesajlar veriyordu. Bu hamlesi fos çıkarsa işler daha da kötü gidecekti.
“Aslında avukatım yoktu. Neler döndüğünü tam anlamamıştım. Sadece ikna edici konuşmak istemiştim. Sonunda asıl suçlular bulundu ve kovuldu. Elbette bu süreçte tüm hayatım askıda gibiydi. Yediğim ve içtiğim hiçbir şeyin tadını almıyordum. Önceki çoğu problemim bana gülünç geliyordu.” Güldü.
“Ama bununla kalmadılar sanırım.”
“Kalmadılar tabi. Mahkeme devam ediyor. Müdürüm ise beni buraya üç aylığına gönderdi. İş yükü daha az ve biraz da tatil için.”
Pizzalar yenmiş, ılık yaz akşamında oturuyorlardı. Yarı kurumuş saçları, kızarmış yanaklarıyla kadının ne kadar güzel olduğunu düşündü adam. Kadın müdürünü anlatırken adam onun evinde böyle rahat oturuyor olmasına şaşıyordu. Yanında olmasından çok mutluydu. İki gün önce tanıştıklarından beri onun çekici yüz ifadesini düşünüyordu. Güzel bir sanat ederi gibiydi. Evine davet etmekse yapacağı en mantıksız şeydi. Çünkü genç bir kadını evinde ağırlamak ona güven vermeyen bir tavır gibi görünüyordu. Oysa kadın medeni bir şekilde kabul etmişti. Belki otel yaşamından sıkılmış ve karşısındaki insanı kötü yargıdan uzak tutmak istiyordu. Adam ise güvenin nasıl sağlandığından emin değildi. Her an yanlış yapmaktan korkan, gittikçe yaşlanan oğlan çocuğuydu.
Kadın uyandığında nerede uyandığını anlamadı ilkin. Işık almayan, kutu gibi otel odasında olmadığını anladığında gülümsedi. Adamın ödünç verdiği şort ve tişörtle uyumuştu. Yakınlarda bir yerlerde kuşlar ötüyordu. Etrafına bakındı. Adam yine görünmüyordu. Onun ne kadar gizemli ve sessiz olduğunu tekrar düşündü. Merakla evde görmediği tek yer olan üst kata çıktı. Adam pür dikkat önündeki işine odaklanmıştı. Kadının geldiğini duymadı. Kadın onun ne yaptığını anlamak için eğildiğinde bir hışırtı duydu. İrkilerek kadına baktı. “Ne olduğunu anlamıyorum. Normal mi? Bu arada günaydın,” dedi gülerek. Adam gülümsemeye çalıştı. “Bunu neden sonra konuşmuyoruz? İnsanların buraya gelmesine pek alışkın değilim,” dedi. Merdivenlere kadar kadını geçirdi. Kadın usulca kovulmanın şokuyla aşağı indi. Kahve hazırdı. Bir bardak doldurdu kendine. Ama hiçbir dolapta süt veya krema bulamadı. Kahveyi geri demliğe döktü. Kendisine hazırlanmış olan kahvaltı tabağını buldu. Çay yaptı. Sessizce masaya oturup yemeye başladı. Adam tüm bunları hazırlarken nasıl oldu da uyanmadı? Herhangi bir şey yapmış olmak için kahvaltı ediyordu. Arkasını dönüp adama baktı. Oturduğu yerden sadece kafası görünüyordu. O sırada ikilemin içine düştü. Yeni tanıştığı adamın evinde kalmanın manası ne olabilirdi? Gece ne kadar yorgun olduğunu düşündü. Şampanyanın verdiği gevşeme de eklenince otele dönmek onun için kâbus olurdu. En başından gelmesinin hata olduğuna karar verdi anında. Kendisini aptal gibi hissediyordu. Yemeğini hızla yedi. Bulaşıkları toplayıp yıkamaya başladı. En son ne zaman böyle uykusunu aldığını hatırlamıyordu. Eve girdiğinde içi içine sığmayacak kadar mutluydu. Şimdi pek de tanımadığı adamın evinde olmaktan dolayı utanıyordu. Uygun muydu? Adamın aşağı indiğini duydu. Ellerini yeni yıkamıştı ki hâlâ suları damlıyordu. Havluyla kuruladıktan sonra kadına yaklaşıp sarıldı. Çenesini omzuna dayadı. “Özür dilerim. Daha önceden söylemem gerekirdi. Resimleri emin olmadıkça kimseye gösteremiyorum,” dedi. Çekingen ses tonuyla konuşuyordu. Adam kadını alnından öptü. “İyi miyiz?” diye sordu. “Aşağı inmek için üzerini mi değiştirdin? Kirli değildi ki!” dedi kadın. Düzen ve temizlik takıntısını yavaş yavaş fark ediyordu. İçindeki karamsarlık azaldı.
Kadın gece yıkanan kıyafetlerini topladı. Çantalarını kapının girişine bıraktı. Adama her şey için teşekkür etti. Adam başka bir şeye ihtiyacı olup olmadığını sordu.
“Hayır, hayır. Ev olmasa bile otel beni iyi idare ediyor. Gerçi hala kararsızım; daire kiralayıp kiralamama konusunda. Bir süre ev temizlemeyip yemek yapmamak güzel gelecek.”
“Herhangi bir durumda buraya gelebileceğini biliyorsun.”
Eline mezura aldı ve kapalı olan kapıyı açarak içeri girdi. Sesini yükselterek konuşmaya devam etti.
“Burası önceden misafir odasıydı. Çalışma odası yapmaya karar verdim. Sanırım dün gece bahsetmiştim gösterirken. Bugün masa ve birkaç ıvır zıvır bakacağım. Gelir misin benimle?”
Yapacak bir şeyi olmayan kadın sevinçle ona katıldı.
Sabah yaşanan gerginlik unutulurken adam kadının konuşmamasının ne kadar tehlikeli olduğunu düşünüyordu. Tek kelime etmemişti. Adam yanında kalmasını gönülden diliyordu. Misafir odasını bir hafta sonra boşaltmış olsaydı onu zevkle davet bile ederdi. Kadın ise kafasında biriken endişeleri kovalamaya çalışıyordu. İkisi de rahat davranarak alışveriş merkezine girdiler. Adam kolunu kadının omzuna attı. Masa ve kitaplık bakarken nişanlı bir çifti andırıyorlardı. Aranılan mobilyalar bir türlü bulunamadı. Kadın bir marangozla çalışmasını hatta odasının bir eskizini çizerek istediği odayı tasarlamasını önerdi. Ardından yaşlı çınar ağacı altında serinlerken çibörek ve ayranın lezzetinden kaçamadılar.
İlerleyen günlerde, haftalarda birlikte iyi vakit geçirdiler. Arada yalnız vakit geçirdikleri de oluyordu. Birbirlerinin işine hiç karışmıyorlardı. Kadın işe gidiyor, yeni tanıştığı insanlarla vakit geçiriyor, adamın çalışma odasından kitap araklıyordu. Yeni yemekler yapmayı deneyecek kadar da cesurdu. Eski evini, mahallesini, müdavimi olduğu ev yemekleri yapan minik restoranı, müşterileri ile yediği öğle yemeklerini özlüyordu. Kaldığı otel ve adamın evi yeterince işini görüyordu ama evinin rahatlığını hiçbir yerde bulamayacağını düşünüyordu. Düşüncelerini, iç dökmelerini yazdığı defterinde şunları yazdı: Gittiğim zaman yine aynı ben mi olacağım? Bu adamın kokusunu, evini, gizlice çıktığım üst katını, muhabbetini, sarılmasını özlemeyecek miyim? Şüphesiz yalnız hissedeceğim.
Adam ise evindeki seslerden hoşnuttu. Yalnızlığa düşkün bir adam olarak bütün bunlar onu yormuyordu. Ara sıra dikkati dağılıyordu o kadar. Akşam saatlerinde kadının eve uğramasını hatta geceyi onunla geçirmesini seviyordu. Ama bu kadın hakkında ne düşündüğünü bilmiyordu. Hoşuna giden halleri vardı. Uzun saçlarını okşamayı seviyordu ama yere dökülmesinden hoşlanmıyordu. Şarkı söylerken yemek yapmasından hoşnuttu, mutfağı geç toplamasından değil. Güneşlenirken ona korku öyküleri okumasını seviyordu. Bir yandan X ışınlarının zararlarını anlatmasından sıkılmıştı. Kadından ayrı kaldığında da yalnızlık çekmiyordu. Onu gördüğünde de çok mutlu oluyordu.
İlişkilerinin en iyi yanı da “ilişki” hakkında konuşmamalarıydı. Birbirlerini sıkmıyorlardı. Kadın, vereceği izlenimden çekiniyordu. Baskı kuran, cıvık sevgili gibi görünmekten korkuyordu. Gideceği zaman adama ne kadar güvenecekti? Uzaktan bir ilişkiyi sürdürebilir miydi? Yaz aşkı kokusu veren bu hikâyeyi aşkla lanetlemek istemiyordu. Öncekine göre daha sakin, samimi ortamı olan ofiste kalma isteği de duyuyordu. Ferrarisini satıp Hindistan’a giden Julian gibi hissediyordu. Son yaşadığı olayların da etkisi vardı tabii ki. Memnuniyetini gördükçe âşık hissediyordu kendini. Karanlığa giden yoldaymış gibi ürküyordu. Bazen başa gelen en kötü şeyin aşk ya da ayrılık olmadığını bilmemiz gerekirdi. Kadın ise içten içe kalmak, yerleşmek istiyordu. Adam onun aksine yaşadığı şeyin aşk olduğuna emindi. Kısa zamanda böylesi bir uyumu hayal bile edemezdi. İçindeki kelebekler resimlere, fikirlere dönüşüyordu. Onun rahatsız olduğu şey de kadının rahatlığını, suskunluğunu kestirememesiydi. Bir keresinde “Sadece iyi vakit geçiriyoruz,” demişti. Hayal kırıklığıydı.
Kadının işten geç döndüğü bir gün adam misafirleri ile yemek hazırlıyordu. Kadın haberi olmadığı için şaşırdı. Gülümsedi. Adam yanındaki üç hanımı tanıttı. İkisi yakın arkadaşının eşleriydi. Diğeri ise uzun zamandır arkadaşıydı. Beyler de gelecekti birazdan.
“Önceden haber verseydin keşke. Rahatsız etmek istemem sizi. Geç kalarak onlara da ayıp etmiş bulundum. Ayrıca arkadaşların bizi yanlış anlamasın?”
İlgisiz gibi görünüyordu ancak kalbi deli gibi çarpıyordu. Ne demek üç kadınla yemek yapmak?
“Yanlış anlaşılacak ne var ki?”
Yemek herkesin nasıl tanıştığını öğrenerek geçti. Eski dostların anlatacak çok hikâyesi vardı. Güzel yaz akşamında yenen hafif yemekler ve koyu sohbetlerle geceyi geçirdiler. Sonrasında fırtınaya yakalandılar. Misafirler gittiğinde adam ve kadın hızlı bir kavgada tutuştular.
“Evet. Seni yalnız bırakmak istemedim. Yanımda rahat ol istedim. Sen de biliyordun aramızdaki ilişkiyi. Ama aramızda hiçbir şey yokmuş gibi davranman beni deli ediyor. Bu ilişki sandığın gibi gelip geçici olmamalı. Saçmalıyor olabilirim ama senin de benim gibi düşünmeni isterdim,” dedi. Kızarmıştı. Hızlı nefes alıp veriyordu.
Konuşmayı kadın devraldı.
“O zaman neden tek kelime etmedin? Eğer bana karşı neler hissettiğini söylemeseydin nereden anlayacaktım? Kendi kendime ikimizi sevgili mi ilan edecektim? Bir süre sonra buradan gittiğimde ne olacak? Oturduğun yerden her şeyin ayağına gelmesini nasıl istersin? Bir erkeğin ne düşündüğünü kim bilebilir? Seviyor mu? Takılıyor mu? Tanımaya mı çalışıyor? Âşık mı? Arkadaşı olarak mı görüyor? Kullanıyor da olabilir. Hangi şıkkı seçersem seçeyim kendi duygularımla değil senin duygularınla doğruyu bilebilirim,”
Ağlamaklı bir ifadesi vardı. Konuşurken tükürükleri etrafa saçılıyordu. Hızını alamadı ve devam etti.
“Ayrıca saçlarımı etrafa saçtığım için de özür dilerim. Sabah işe geç kalıyorsam bu senin suçun. Ayrıca kontrol edemediğim bir şey bu,” dedi.
Adam daha fazla dayanamadı. Kadının elinden tuttuğu gibi yukarı çıkardı. Başladığı resim artık açık seçik belli oluyordu. Kadının gözleri doldu. Tuvalde bir çift karşılıklı masalarda heykel yapıyorlardı. Bakış açısı öyle başarılı idi ki her iki heykeli en ince ayrıntısına kadar görebiliyordunuz. Birbirine aşkla bakan iki sevgili.
“Benim kadar yeteneğin olsaydı böyle bir tablo yapardın. Tanıştığımız gün söylemiştin.”
“Hayalimden bile daha güzel. Gerçi renklendirilmemiş henüz ama anlayabiliyorum.”
Kadına yapılan tek övgü ilham meleği olması değildi. Adam onu üst kata çıkarmakla güvendiğini de gösteriyordu. Bu, aralarındaki iletişimsizliği unutturup ikisini daha da yakınlaştırdı. Kadının yakında şehirden ayrılacak olmasını konuşmayı da es geçtiler. Kalan zamanlarını en iyi şekilde geçirmeye başladılar.
Sevgili olmak, âşık olmak, birlikte olmak ikisi için de yalnız kalmaktan kaçış değildi. Romantik bir hayal de değildi onlar için. Sırası geldiği zaman yaşanılan, karşılıklı sevgiydi. Aramadıkları anda buluşmuşlardı. Bundan iki ay önce adam galeride tanıştığı kadını kafede görünce uzaktan izlediğinde de âşık mıydı? Kitap okuyan kadının yanına yaklaşıp seslendiğinde kendisini tanımasaydı ne olurdu? Kadının zaten aklından geçen ihtimalleri yarattığının farkında mıydı?
Gitme vakti geldiğinde ikisi de suskundu. Adam kadına sarıldı ve yanında kalmasını istedi. Kadın çocuk olmakla suçladı adamı. Bencillik insanı gereğinden fazla yorardı. Bu konuda ciddiydi. Gerçekten gitmesini engelleye çalıştı. Kadın onu sakinleştirip gitmeye çalıştı. Kapıdan ilk girdiği anla çıktığı ilk an arasında çok fark vardı. Hiçbir beklentisi olmayan adam kıskanç, saplantılı şekilde ayrılmalarını engelliyordu. Çekingen, mutlu kadın ise çaresizdi. Gitmek, ayrılmak değildi.
“Gitmem bir son değil. Bir şekilde başarabiliriz.”
Karşısındakinin tavırları onu sinirlendiriyordu. Neden olmasındı ki? Açık seçik onun kararlarına, yaşamına müdahale ediyordu. Saygı duymuyordu. Daha fazla gitmek istedi. Adam geniş omuzlarıyla onu sardı.
“Lütfen! Bozmayalım bunu.”
Esir gibi hisseden kadın tek laf etmeden eşyalarını alıp çıktı. Peşinden gelmesinden endişe ederek hızla asansöre bindi. Bir taksi çağırıp beklemeye başladı. Güçlü olmadığını biliyordu. Taksi hemen geldi ve arabaya bindi. Geri eve dönmemek için kendini zor tuttu. Yaşanan kısacık zaman, bir anda alev alan aşk, kendi kararlarından vazgeçirecek kadar büyük değildi. Önemli miydi? Belki de yaşamının sonuna kadar pişman olacağı kadar.
Terk edilen adam balkona çıkıp kadının gidişini öfke ile izledi. Oysa bugünden umutluydu. Son andaki saplantılı halleri olmasa kadın yine gidecekti ancak onunla olacaktı. Üst kata çıkmak için içeri girdi. İlham meleğinin ona bahşettiği bir sürü yaratma hissi vardı. Şimdi bütün aşk dolu, huzur dolu resimleri hüzünle, perçinlenmiş aşkıyla çizecekti. Üzerini değiştirdi. Önlüğünü taktı. Yerde uzun bir saç teli buldu. Şimdi bu saç teline kızamıyordu.