Hayatında gördüğü ilk profesyonel piyano, lisede sınıf arkadaşının ailesiyle yaşadığı evde bulunan duvar piyanosuydu. Lise yıllarında okul çıkışlarında, bazı günler, arkadaşının ailesiyle yaşadığı evine giderdi. Arkadaşının evinde kimi zaman ders çalışarak kimi zaman da sohbet ederek zamanı değerlendirirlerdi.


Arkadaşı, Klasik Batı müziğiyle yakından ilgiliydi ve Klasik Batı müziğini icra eden çevreler tarafından, yeteneği nedeniyle “deha” olarak nitelendirilen, henüz beş yaşındayken ilk "Menuet" eserini besteleyen ve asıl adı "Johannes Chrysostomus Wolfgangus Theophilus" olan fakat sonradan kendisini "Wolfgang Amadeus" adıyla tanıtan bu Avusturyalı müzisyene, onun müzikal üslubuna, kalitesine ve eserlerine karşı özel bir ilgisi vardı.


Tezcan, sohbetleri sırasında hakkında bilgi sahibi olduğu birçok besteciyle ilgili bilgilerini de paylaşırdı onunla.

İsimlerini paylaştığı bu besteciler arasında; duyguların ve özlemin bestecisi olan, duygularıyla, vatan özlemiyle piyanoyu adeta dile getiren tarihin en büyük müzisyenlerinden biri olarak kabul edilen "Fryderyk Franciszek Chopin", Alman besteci "Ludwig van Beethoven", "Johan Sebastian Bach", "Johann Staruss" ve daha birçok besteci vardı. Tezcan ile birlikte ailesiyle yaşadığı eve gidip odasına girdiği zamanlarda, daha önce hiçbir yerde hissetmediği, o an sadece duygularıyla dokunabildiğini duyumsadığı kusursuz bir duygu hissederdi. Büyülü, mistik bir duyguydu bu...


O an ve sonrasında, duygu dünyasında algılayarak kavradığı, etrafına eskisinden daha dikkatli, bilinç ve algılama düzeyi yüksek hislerle bakabilmesini, içinde olmayı arzuladığı dünyadan kırıntılar görebilmesini sağlayacak bir algısal ve duygusal düzeye erişmesini mümkün kılacak dönüşümü geçirmeyi sağlamasını umduğu bu hissi şöyle ifade edebilirdi:

Bu tür mistik, gizemli ve büyülü bir dünyanın içinde barındırdığı duyguların, zihninden benliğine doğru usulca yayılışının verdiği aşkın duyguyu hissetmeyi, bu duyguları his dünyasında tatmayı çok ama çok seviyordu.


Bu dünyanın, belki sadece sihirli kelimelerle ifade edilebilecek belki de sihirli kelimelerin dahi anlatmakta yetersiz kalacağı, ona iyi gelen ve onu, o an içinde bulunduğu gerçek dünyadan koparıp duyguların daha üst düzeyde, dorukta yaşandığı; görebilmeyi arzuladığı zarafetin var olduğuna inandığı dünyaya taşıyan sihirli bir yanı vardı.