George Orwell, hiç şüphesiz yirminci yüzyılın en çarpıcı romancılarından biridir. Gerek işlediği konular, gerek işleyiş tarzı bakımından okuyucularına yeni ve canlı bir perspektif sunmakla birlikte, uzun dönem boyunca soluksuz tartışmalara konu olacak kitaplar yazmıştır. Bin Dokuz Yüz Seksen Dört ve Hayvan Çiftliği, Orwell’ın en bilinen ve tartışılan kitaplarıdır.


Herhangi bir yanda yer almaktan çok, ortada durup etrafında gördüğü tüm çarpıklıkları eleştiren yazar; bunu yaparken sanatı ve ihtiva ettiği teknikleri (hiciv, alegori, kinaye, intak vs.) kullanmıştır. Orwell’ın kitapları, -özel olarak Hayvan Çiftliği- her yaş ve düşünce grubundan insanın okuyabileceği ve farklı çıkarımlarda bulunabileceği çok yönlü bir mahiyet taşır. Çünkü Orwell, işlediği olayları tek pencereden değil; şahit olduğu çeşitlilikten esinlenerek, birçok pencereden bakarak anlatır. Bir başka deyişle yazar, iki ucu sivri değnektir. Hayvan Çiftliği kitabı, sağcılar tarafından komünizm ve zararlarını anlatmak için propaganda aracı hâline dönüşürken, Bin Dokuz Yüz Seksen Dört kitabı da komünistler tarafından kullanılan bir propaganda aracına dönüşmüştür. Dolayısıyla, kitabı okuyan bir çocuk heyecanlı bir öykü okurken, kitabı okuyan bir yetişkin Orwell’ın kendisini de eleştirdiğini fark etmeden zıt bulduğu görüşe yönelik bir dokundurmayı zevkle okuyor olabilir… Distopik kurgu türünün en yetkin sanatçısı sayılan Aldoux Huxley’den bizzat ders görmesi de, sanıyorum ki yeni bir dünya yaratabilme duyarlığına katkıda bulunmuştur. 


İşbu metnin yazılma amacı olan kitap üzerine yüzeysel sayılabilecek bazı çözümlemelerde bulunmak gerekirse:


Müellifi tarafından “Bir peri masalı” olarak nitelendirilen Hayvan Çiftliği, çocukların uykuya dalması için okunacak tatlı bir öykü olmaktan çok, yetişkinleri yaşadıkları kâbustan uyandıran bir alarmdır. Dönemin Sovyet Rusya’sına ve reel sosyalizme yönelik bir eleştiri olarak kabul edilebilecek bu kitap, zekice kurgulanmıştır. Direkt bir yergi yerine hayvanları konuşturarak, insan sistemlerini hayvanlar dünyasına uyarlayıp alegoriden yararlanarak mesajlar vermeyi tercih etmiştir Orwell.


Olaylar İngiltere’de (dünya) yer alan, “mülkiyeti” zalim bir karakter olan Bay Jones’a (Rus çarı İkinci Nikolay’ı sembolize ettiği düşünülebilir) ait olan Beylik Çiftlik’te (Ç. Rusya) geçer. Günlerden bir gün, yaşlı bilge domuz Koca Reis (K. Marx’ı sembolize ettiği düşünülebilir) çiftlikteki hayvanları bir yere toplayarak insanların yokluğunda oluşan güzel günleri gördüğü rüyasını anlatır. Zulümlere karşı çıkmak amacıyla tasarladığı “devrim” fikrini, çiftlikteki öteki hayvanlara anlatır ve manifesto niteliğindeki konuşmaları, hayvanları etkiler. Ne yazık ki, tıpkı K. Marx gibi öngördüğü devrimi göremeden ölür.


Çiftlik sahibi Bay Jones’un kendilerini yemlemeyi unuttuğu bir gün, Koca Reis’in fikirlerinden etkilenen hayvanlar için bir kıvılcım olur ve plansız bir isyan patlak verir. (Aynı şekilde, Rus devriminde de ne ordu ne de halk böyle bir talepte bulunmamıştır.) Hayvanlar, el birliğiyle insanları çiftliklerinden kovar.


Hayvanlar artık özgür, mutlu ve serbesttir. İstedikleri gibi beslenir, vakitlerini gönlünce harcarlar. İnsanların kendilerini kısıtlamak ve yönlendirmek için kullandıkları yular, kırbaç, yem torbaları ve giysiler gibi bulabildikleri her şeyi imha ederler. Artık sahip oldukları her şey, yeniden kendi tasarrufları altındadır.


Hangi sistem, ne amaçla ve yöntemle yıkılırsa yıkılsın tabiat gereği muhakkak surette yerine yeni bir sistem kurulur ve bu sistem, eski kuralları reddeder, iç dinamiğine uygun yeni kurallar oluşturur. Hikâyemizde bu realite, Beylik Çiftlik ismi yerine Hayvan Çiftliği; önceki totaliter kurallar yerine, özgürlük ve eşitlik vadeden “Yedi Emir” denen kurallara tekabül eder. Yedi Emir şöyledir: 1. İki ayak üstünde yürüyen herkesi düşman bileceksin. 2. Dört ayak üstünde yürüyen ya da kanatları olan herkesi dost bileceksin. 3. Hiçbir hayvan giysi giymeyecek. 4. Hiçbir hayvan yatakta yatmayacak. 5. Hiçbir hayvan içki içmeyecek. 6. Hiçbir hayvan başka bir hayvanı öldürmeyecek. 7. Bütün hayvanlar eşittir. (s.41)


Bu sistemin fahrî yöneticileri, öteki hayvanlardan daha zeki olmalarıyla sivrilen domuzlar olur. İlk başlarda Koca Reis’in öğütleri çevresinde oluşturdukları “Animalizm” (sosyalizme/komünizme atıf olabilir) adını verdikleri sistem, tıkırında işlemeye devam eder.


Günler geçtikçe, domuzlar yönetimindeki Hayvan Çiftliği bazı yönleriyle totaliterleşmeye başlar. Sosyalizmden başka bir şeye dönüşmeye aday yeni sistem, bunun emarelerini yavaş yavaş gösterir. Bazı hayvanlar, önceki sisteme duyulan öfkeyle, kendilerinden olmayan ve önceki sisteme ait olan her şeyi “farklı ve yanlış” olarak tanımlamaya başlar:


“Dört ayak iyi, iki ayak kötü.” Yeni iktidarın bu tutumu, aslında yandaşları olan kuşları olumsuz etkiler fakat çözüm basittir: “(…) ama Snowball yanıldıklarını kanıtlamakta gecikmedi. ‘Yoldaşlar,’ dedi. ‘Kuşun kanadı, iş görmek için değil, devinmek için kullanılan bir organdır. Dolayısıyla, kanat, ayak olarak kabul edilmelidir. İnsanoğlunun farklılığı, bütün şeytanlıkları yaptığı alet olan eldedir.’


Kuşlar, Snowball’un sözlerinden hiçbir şey anlamamalarına karşın, yaptığı açıklamayı kabullendiler. Tüm hayvancıklar, yeni özdeyişi ezberlemeye koyuldular. Ambarın duvarına, Yedi Emir’in yukarısına, üstelik daha büyük harflerle ‘DÖRT AYAK İYİ, İKİ AYAK KÖTÜ’ yazıldı. 

     

Koyunlar, bu sözleri ezberledikten sonra özdeyişi o kadar sevdiler ki, çayırda uzanıp keyif çatarlarken hep birlikte, ‘Dört ayak iyi, iki ayak kötü! Dört ayak iyi, iki ayak kötü!’ diye bıkmadan saatler boyu melemeyi alışkanlık haline getirdiler.” (s. 50)


Kitaptaki bu pasaj bile, iktidar-toplum ilişkisini alegori ve ironi vasıtasıyla çarpıcı bir şekilde gözler önüne sererken, hayvanlar toplumundaki bazı mensuplar (yeni kuralı anlamadan kabullenen kuşlar ve hemen şarkılaştırıp işi şovenizme dönüştüren koyunlar) bu kurala verdikleri reaksiyonla, “iktidarın yandaşı olmayı” birkaç farklı tarzda temsil eder.


Otoriter fakat hitabeti zayıf olan Napoléon ile zeki, hitabeti güçlü fakat mütevazı Snowball adlı domuzlar, iktidar çatışması yaşar. Snowball, genel anlamıyla halkı için çabalayan bir karakterdir (Lenin ve Troçki’yi temsil ediyor olabilir) oysa Napoléon, tek adamlığı daha çok benimser, halkının cehaletini kullanarak demagoji yapar ve kuralları kendi lehine dönüştürmeye başlar. (Bu karakter komünizmin kötüsü Stalin’i temsil ediyor olabilir.) Topluma yönelik faydalı tasarılar Snowball’a ait olsa da hatta Bay Jones ve adamlarının çiftliği geri alma girişimlerini komutanlığı esnasında yaşanan savaşlarla engellese de, başarıları Napoléon üstlenerek kendi rantını engellemeye çalışan rakibini saf dışı bırakmaya çalışır.


Snowball, elektrik üretimi için yel değirmeni yapmak gibi bir tasarı ortaya atar ve bu Napoléon tarafından gereksiz bulunarak reddedilir. Napoléon, artık tam anlamıyla tek adam olmak için propaganda sorumlusu hâline getirdiği Squealer karakteriyle toplumun nabzını düzenlerken, taraftarı olan köpekleri (KGB’yi temsil ediyor olabilir) kullanarak muhalif olan herkese yaptığı gibi Snowball’ı çiftlikten attırır ve soranlara, yel değirmeni yaptırmak istediğini ancak Snowball buna karşı çıktığı için onu cezalandırdığını söyler. (Lenin’in yolundan giden Troçki de tüm başarılarına rağmen Stalin tarafından sürgün edilerek öldürtülmüştür.)


Devrim, yolundan çoktan sapmıştır. Çünkü özgürlük, farkındalığa sahip olmadan elde edildiği takdirde tutsaklığa dönüşür. Öldürmenin yasak olduğunun yazdığı altıncı emir, iktidarın bekası için hayvanların idamına meşruiyet kazandırmak niyetiyle, “Hiçbir hayvan başka bir hayvanı sebepsiz yere öldürmeyecek.” olarak değişmiştir. Hayvanlar, yapılan bu yanlışları gördüklerinde şaşkınlıkla kuralların yazılı olduğu duvarın önüne gidiyor, yeni ilkeleri görünce değiştiğini anlamıyor, yanlış hatırladıklarını düşünüyorlardır. Kitapta, bu konuyla ilgili çarpıcı pasajlar mevcuttur; propagandayı temel amaç edinmiş olan domuz Squealar, ortalıkta kimsenin olmadığı bir vakitte Yedi Emir’in yazılı olduğu duvara yönelir. Bu esnada duvara dayadığı merdiven kırılır ve bu sesi duyan hayvanlar oraya koşar. Squealar’ın yanında etrafa saçılmış boya ve fırçalar görürler fakat olanlara anlam veremezler. “Bu işe kimse akıl sır erdiremedi. Bir tek, bilgiççe başını sallayan yaşlı Benjamin her şeyi anlamış görünüyor, ama hiçbir şey söylemiyordu. Birkaç gün sonra Muriel, Yedi Emir’i kendi başına bir kez daha okurken hayvanların emirlerden birini daha yanlış anımsadıklarını fark etti. Beşinci Emir’i, ‘Hiçbir hayvan içki içmeyecek!’ diye biliyorlardı, demek bir sözcüğü unutmuşlardı. Doğrusu şöyleydi: ‘Hiçbir hayvan aşırı içki içmeyecek.’” (s. 122)


Hayvanların, isyandan önceye nazaran çalışma süreleri artmış, verilen yiyecekler azalmış; belirlenen devrim ilkeleri gün be gün domuzların keyfine göre değişmiş; domuzlar yataklarda yatmış, içki içmiş, giysi giymiş, tavukların yumurtalarını satmıştır. (Sosyalizm, faşizme ve kapitalizme dönüşmüştür.) Yine de tüm bu olanlara rağmen, ağızlarda tek söz yankı eder: “Napoléon yoldaş her zaman haklıdır!” (s.135)


Napoléon yoldaş hitabı zamanla “Liderimiz”, “Hayvanların Babası”, “İnsanların Korkulu Rüyası”, “Hayvanların Dostu” (s.106) gibi propaganda amaçlı kullanılan sıfatlara evrilmiş, canlılar geçmişten daha kötü olan mevcut vaziyete alışmış; tavuklar, “Liderimiz sayesinde altı günde beş yumurta yumurtladım.”; umumi havuzdan su içen inekler, “Liderimiz sayesinde bu suyun tadı ne kadar güzelmiş!” demeye başlamıştır.


Moses adlı kuzgun (din sınıfını temsil ediyor olabilir), artık her şeyden iyice bıkmış olan hayvanlara bu dünyanın geçiciliğini ve yaşanan ıstırapların Balbadem Diyarıʼnda (cennet metaforu) dineceğini anlatarak, isyan etmelerinin önüne geçer. Sürekli çalışan, layık olmaya çalışan fakat emeğinin karşılığını bir türlü alamayan Boxer adlı at (işçi sınıfını temsil ediyor olabilir), yaptığı onca fedakârlığa karşılık olarak emekli olması gereken yerde Napoléon’un bir oyunuyla sözde tedavi edilmesi vaadiyle komşu bir çiftlikteki at kasabına satılır. Devrimin başından beri olanlara ayak uyduramayan kısrak Mollie, insanların boyunduruğuna alışmış olduğundan gizlice komşu çiftliklere gidip insanlara kendini sevdirip aldığı kurdele ve şekerleri öteki hayvanlardan gizler ve bir gün dayanamayıp temelli olarak komşu çiftliğe kaçar. Tüm bu hayvanlar, yaptıkları ve söyledikleriyle toplum ve devlet ilişkisinde var olan bazı kişilik tiplerini başarıyla sembolize eder.


Kış başlayıp şartlar kötüleşince, çiftlikte açlıktan ve soğuktan ölümler başlamış; Napoléon mevcut problemlere çözüm üretmek yerine, haberlerin öteki çiftliklerde yayılmaması için iletişim özgürlüklerini kısıtlamıştır. Tıpkı dönemin Rusya’sında ve benzer niteliğe sahip her ülkede gerçekleştiği şekliyle özgürlük vadedilerek, zihinsel ve bedensel tutsaklık yaratılmıştır.


Napoléon hiçbir şeyden ve kimseden çekinmez hâlde diktatörleşmiş, iyi-kötü yaptığı her şeyde kendi kendini kahraman ilan edip madalya ve nişanlar taktırmış, yandaşı olan domuzlar ve köpekler de bundan istifade etmiştir. Önder ve yandaşları, ideolojiye ters olan şeyler yaparak kuralları yeniye uyarlamış, eski olanı kötülemiştir. Kurallar daha da sertleşir; artık arpaların yalnızca domuzlara yedirileceğini, yalnızca domuzların yönetici sınıfında bulunacaklarını, tasarruf maksadıyla ahırlardaki fenerlerin kaldırılacağını, tatil günlerinde de çalışılacağını ve çalışmayanların yemeklerinden kesinti yapılacağını ilan ederler.


Hatta domuzlar, Yedi Emir’den başka kuralları da yok sayarak iki ayak üstünde yürümeyi öğrenmiş, giysiler giymiş ve ellerine kırbaç almışlardır. Hayvanlar protesto edecek gibi olmuşsalar da Squealer’ın propaganda için eğittiği koyunlar, sesleri bastırmışlardır: “Dört ayak iyi, iki ayak daha iyi!” (s.141) Artık Napoléon’u ve öteki domuzları, zalim insanlardan ayırt etmek güçleşmiştir.


Boynu bükük şekilde ahırlarına dönen hayvanlar, yol üzerinde Yedi Emir’in yazılı olduğu duvarda çok büyük bir değişiklik fark ederler, artık duvarda tek şey yazmaktadır: “BÜTÜN HAYVANLAR EŞİTTİR AMA BAZI HAYVANLAR ÖBÜRLERİNDEN DAHA EŞİTTİR” (s.141)


Sonraki günlerden birinde, komşu çiftliklerden insanlar gelir ve Hayvan Çiftliği’ni gezerek denetlerler. Günün akşamında, domuzların olduğu binadan şarkı ve kahkaha sesleri gelir. Hayvanlar ilk defa aynı şartlarda bir araya gelen “yoldaşların” ve insanların neler yaptığını merak ederek seslerin geldiği yere doğru yönelirler. Fakat gördükleri ve duydukları şaşkınlık uyandıracak şeylerdir. Domuzlar ve insanlar, içki içerek eğlenmektedirler.


Artık domuzlarla müttefik olan insanlar, “Sizler aşağı kesimlerden hayvanlarınızla uğraşmak zorundaysanız, bizler de bizim aşağı sınıflardan insanlarımızla uğraşmak zorundayız!” (s.148) şeklinde espriler yaparlar; Napoléon ise bu çiftliğin tapusunun domuzlara ait olduğunu, “Yoldaş” şeklinde hitap edilmesi saçmalığına son verilmesi gerektiğini ve çiftliğin adının artık eskisi gibi “Beylik Çiftlik” olduğunu söyler.   


Kitabın sonu, tarihî gerçekleri de yansıtır şekilde oldukça manidardır: “(…) dışarıdaki hayvanlar bu sahneyi seyrederlerken, bir tuhaflık sezinlediler. Domuzların yüzlerinde değişen bir şey vardı, ama neydi? Clover’ın yaşlı donuk bakışları, yüzler üzerinde bir bir geziniyordu. Domuzlardan bazılarının çeneleri beş kat, bazılarının dört kat, bazılarının da üç kat olmuştu. Ama eriyip değişmekte olan şey neydi? Biraz sonra haykırışlar kesildi, masadakiler kâğıtlarını alıp yarım kalan oyunlarına yeniden başladılar; hayvanlar da sessizce uzaklaştılar oradan. Daha yirmi otuz metre kadar uzaklaşmışlardı ki, oldukları yerde kalakaldılar. Çiftlik evinde bir gürültüdür kopmuştu. Geri dönüp hızla eve koştular ve pencereden içeri baktılar. Evde korkunç bir kavga patlak vermişti: bağırıp çağırmalar, masaya vurmalar, kuşkulu sert bakışlar, küfür kıyamet… Anlaşıldığı kadarıyla kavganın nedeni, Napoléon ile Bay Pilkington’ın (Stalin’e ihanet eden Hitler’i temsil ettiği düşünülebilir) aynı elde maça ası çıkarmış olmalarıydı. İçeride on ikisi de öfkeyle bağırıyor, on ikisi de birbirine benziyordu. Artık domuzların yüzlerine ne olduğu anlaşılmıştı. Dışarıdaki hayvanlar, bir domuzların yüzlerine, bir insanların yüzlerine bakıyor; ama onları birbirlerinden ayırt edemiyorlardı.” (s. 152)


Hikâye burada biter fakat yarattığı tartışmalar için aynı şey söylenemez. Birey-devlet ilişkisine, iktidara, topluma ve toplumsal sınıflara yönelik içerdiği sağlam alt metniyle, hayvanların dünyasından okuduğumuz için yeterince rahatsızlık hissetmediğimiz fakat derinlemesine düşününce aslında tarihî gerçekliklerden faydalanarak bize verdiği dersler yönüyle, oldukça muteberdir.


Eser, Karl Marx’ın idealize ettiği dünya görüşünden esinlenilerek Lenin öncülüğünde kurulan Sovyet Rusya’nın zaman içerisinde dönüştüğü canavarı, bunun müsebbibi olan Stalin’i ve tüm erkleriyle mevcut organizasyonunu; arka planda ise Hitler’i, Churchill’i, Roosvelt’i alegorik unsurlarla yerin dibine sokan bir başyapıttır.


Ayrıca Orwell, bireylerin olaylar karşısındaki tutumlarına yönelik ağır eleştirilerde bulunarak bizlere de ayna tutmuştur. Fakat ne çare, aramızda; gerçekleşen tüm sıkıntıları kendi yetersizliğinden kaynaklı sanan ve yöneticilere layık olmak için daha çok çalışması gerektiğine inanan atlar, eski sahibinin taktığı kurdeleyi ve onun avucundan yediği şekerleri özleyip komşu çiftliğe kaçan başka atlar, önder domuzun buyruklarını çiftlik sakinlerine ulaştırma vazifesini üstlenmiş güvercinler, önder domuzu koruyup kollamakla vazifedar köpekler ve tüm yaptıkları bir yana hayata getirdiği destelerce çocuğuyla çiftliği kendi mülküne çeviren, komşu çiftliklerin sahiplileriyle birlikte israfî eğlenceler tertip eden önder domuzlar var oldukça; “çiftliklerimiz”, domuzların bize ait olanları keyif içerisinde hiç ederken bizleri aşağıladığı masalar olmaya devam edecek.


Mesele; öğretilenlere körü körüne bağlanarak yaşamını ziyan eden Boxer mı, iyiyi inşa ettiğini iddia edip mevcut olanı da yıkan Napoléon mu, yoksa gerçekler karşısında susmayan Koca Reis mi olacağımız…


Hayvan Çiftliği, tüm bu anlatılanların ışığında çok önemli tartışmalar yaratmış ve yaratmaya devam edecek, yazın dünyasındaki özel yerini daha uzun yıllar boyunca koruyacak müthiş bir kitaptır. Celâl Üster’in deyimiyle izah etmek gerekirse, “Bütün kitaplar eşittir. Ama bazı kitaplar, öbürlerinden daha eşittir.”


(Çizim: Süleyman Gökmen

https://bubisanat.com/posts/george-orwell)