Geceleyin hatırlamaya başladığımızda, yüzümüzden eksilen zamanı gördüğümüzde; geleceğimiz için umutsuzluğa düştüğümüzde ve sayıklayışlarımız hızlandığında ölüm giderek daha çok hissettirir kendini.
Gün ışığını beklerken uyku bir çaredir fakat rüyalarımıza dayanan düşünceler de vardır hayatta. Hayatta bize ait olmayan ama yine de taşıdığımız sahipliklerimiz vardır; bize kendini yamayan çürüklükler.
Kendi yanımızda kalmak bile bir mecburiyete dönüştüğünde ruhumuzda bir kiracı olduğumuzu düşündüğümüzde bölünürüz ve her şey tanımsız hale gelir; kesin olmayan bu yersizlik duygusuyla bütün gündüz ve geceler anlamlı birer solgunluğa kahkahalar oyalanmaya dönüşürler. İnsanın hayat hakkındaki bütün var sayımları kendi hayatında olmayan şeylerden ibarettir. Kötü düşünceleri ve kötü öyküleri çağırırız kendimize. Geçmiş deyip suçlayarak bazıları kurtulabilir bazıları da kendini hiç bitmeyen ve süresiz bir tedirginliğe teslim eder. Gün ışığında yürürken, çalışırken ya da bir yere yetişirken aniden gelen başka bir yerde olmalıydım hissi; aslında gecenin, köksüz ve yersiz insanların düşüncelerinde açtığı yaralardır. Aynı anda hem şimdiki zamanda hem de geçmiş ve gelecekte bulunan; gözlerini akışa hizalayamayan insan için devam etmek bir komedidir. Devinimi yavaş fakat hülyaları hızlı insan dünyada değildir. Her köşede kendiyle yeniden tanışır böyle insanlar ve böyleleri birbirlerini kendilerinden daha çabuk tanır ve anlar.