Dünya içinde yaratılmamış da yeryüzüne atılmış gibiyim. Varlığım ve benliğim ortalık rüzgarında savrulsun; yerlere, duvarlara, elektrik direklerine çarpsın diye bırakılmış sanki. Çarpsın, kanasın, kanadığı yerden kırılsın, kırıldığı yerden onulmayacak hasarları yüklensin diye... çarptım, düştüm, kırıldım, kanadım, gidenlerin ardından gözyaşımla suladım yanaklarımı; gelenlere yeni bir merhamet durağı inşa ettim, itina ile yıktılar, ses edemedim, söz söyleyemedim. Tren kalktı yetişemedim kimi zaman. Veda dahi edemedim benliğimin yıkıntılarına. Yıkıntılarımın yığınları kanattı ayaklarımı. Nasır tuttular yüreğimle. Kabuk bağladılar dilimle. Uzaktan seyreder gibiyim ben’in savruluşunu. Tiksinmekmiş, yaşamaksa çoktan tiksinmiş; vurdumduymazlıkmış, çoktan umudunu hesabını kesmiş; kızmakmış, kırılmaktan kızacak yerleri göçüp gitmiş ellerinden. Kaç yara izi kalmıştır artık bilinmez. Komiktir, hep yaralananlar yalandır ama hâlâ.