Bacayı andıran bir odadayım. Zemin şimdi ayaklarımın altında ancak kafamı yukarıya kaldırdığımda uçsuz bucaksız görünüyor. Etrafımda ise bir duvar örülü, çelimsiz bir ışık suratıma düşüyor ve gözlerimi kamaştırıyor. Yüzümü büyük bir utançla omzuma doğru çeviriyorum, tıpkı bir heykeli andırıyorum. Taştan ancak bir şekilde duyguları olan bir heykel. Bütün endişem günaha dönüşerek kendisi ışıkta gösteriyor. Gözlerimi kapatıyorum ama göz kapaklarım ışıkla birlikte yanıyor. Canımı yakıyor ama elimden bir şey gelmiyor. Bir kaçış yolu var mı, diye düşünüyorum. Düşüncelerim bulanık bir suyu hatırlatıyor. Bu bulanıklıkta yansımalar oluşmuyor. Oluşmadığı gibi de ona bakmaktan kendimi alıkoyamıyorum. Bir hapsetme etkisi. Vücudum zamanla uyuşuyor, heykelin taşı belli ki çatlıyor. Her çatırtı ve her oluşan boşluk bir nefes üflüyor. Nefesin iyi ya da kötü bir kokuya sahip olduğunu söyleyemem ama başımı döndürüyor. Avuçlarımı duvara dayıyorum ama sanki bu hareketim bir mekanizmayı tetikliyor. Oda yavaş yavaş üzerime kapanıyor. Terli avuçlarım herhangi bir şeye dayanamıyor. Korkudan ağlıyorum, göz yaşlarım yüzümde hareket ederken geçtiği yerleri çiziyor. Sanırsın ki işaretliyor. İşte, diyor, işte senin ardında bıraktığın izlerin benzeri! Tam şu anda, burada seninle.


Heykelin kırık parçaları ayaklarımın altını süslüyor. Arnavut kaldırımlarını andırıyor ve zamanla kırmızıya dönüyor. Acı beni bükmesini çok iyi biliyor, ben de ona karşı koymuyorum. Bu boyun eğiş zamanla bir reveransa dönüyor. Işık birkaç kere yanıp sönüyor. Böylelikle vücudumda lekeler oluşuyor. Dizlerimin üzerine çöktüğümde taşların birer pamuğa dönüştüğünü görüyorum. Duvarlar ise beni şimdi biraz daha uzaktan seyrediyor.


Oluşan izlere bakıyorum, hepsi birer tarihi andırıyor. Zamanla damgalanıyorum. Her şeye anlam veremesem de fark etmeye çalışıyorum. Belli ki bir mahkeme salonundayım ve hesaplaşma günü çoktan geldi. Işığa af dilemek için dönüyorum. Hüzmeler göz bebeklerimi yarıp geçiyor. Acı katbekat büyüyor. Zihnim dolup taşıyor ve bu heykelin gözlerinden su fışkırıyor. Donuyorum, üşümüyorum ancak donakalıyorum.


Şimdi ise kendimi üçüncü bir göz olarak uzaktan izliyorum. Bir kamerayı andırıyorum, tüylerim diken diken oluyor ve saçlarım elektrikleniyor. Kulağımda ince, tiz bir uğultu var. Derimi kaşındırıyor, beni irite ediyor. Işığın bana dokunuşunu izliyorum ve acı verse dahi okşamaya çalıştığını fark ediyorum. Işığın parıltıları arasında anılarımı görüyorum. Şimdi ise her şeyi çok daha iyi anlıyorum. Benim yargılanan. Benim yargıç. Benim kaçmaya çalışan. Benim kalmaya direten...