Birbirinin gözlerine bakan kimse yoktu, dört kişinin olduğu parlayan metal grisi odada. Duvar boyu yerleşen büyük pencerelerin içeri sızdırdığı bir miktar rüzgar, kimsenin ruhunu serinletmeye yetmiyordu. Yetmeyecekti. Mümkün müydü ruh serinlemesi? Bu şartlarda değil.
Saat 2.45'ti. Kimin içindi? Hepsi teker teker, uyanıklıktan uzak olmayan uykularla uyanık kalan insanlardı. Zamanın kol saatleriyle ölçülemezliği ne kadar can sıkarsa, o kadar sıkılmışlardı. Farkında değillerdi. Ne fark ederdi? Hafif bir müzik çalıyordu listeden; o da seçim değildi, o da rastgeleydi. Gömleğini çıkardı. Doğruldu oturduğu yerde. Diğerinin ağzından duyduğunu anımsadığı son birkaç cümle, aklına takılıp durdurmuştu diğerlerini. Durgunluk değil, hareket istiyordu zihni. Anlayamıyordu. Anlasa o an, anlar mıydı anladığını? Ağzını açıp konuştu o da, anlamayan diğer herkes gibi. Duyulması gerekiyordu hani.
— Kimse kimseyi sakinleştiremez, iyileştiremez. Üretelim, tüketelim, sarhoş olup yürüyüp gidelim sonra. Bu kadar hayat. Anlamı da kıymeti de bu. Az önce söylediklerini de unut. Romantik havalarının bir sonu olsun. Bu fikirlerleyken bir boka yaramıyorsun, işimiz var lan!
— Kargon geldi bugün. Hallediyorum hepsini, sen çok geriliyorsun. Ya Dudi, abi bu playlisti ne çeşit bir estetik zevkle hazırladın?