Bulut bulut üstüne, güneş cihan üstüne, yıldızı sayamadım parlak örtü üstüne.Köye gittim konakladım, şehre gittim çuvalladım.Kestaneyi attım ateşe, kabuğunu soyamadım.Şeker kamışı ezer, güzel gönlümü çeler.Bu hırka giymiş gencin masalıdır, Keloğlan yaverlik eder.
Evvel zaman içinde kalbur saman içinde. Çok eski zamanlarda ben daha dâr-ı dünyaya misafir olarak teşrif etmeden önce, Nuh'un gemisinden beri yeryüzünü paylaştığımız kedi ve köpeğin dost olduğu, insanların kardeşçe yaşadığı bir zamanda huzurlu ülkenin birinde saygın bir melik yaşarmış.Melik ülkesinin geleceği ile dertleniyor, kendisinden sonra yerine tayin edeceği bir taht varisi olmamasının üzüntüsünü kalbinin en derininde yaşıyormuş.Gel zaman git zaman. Yüce Mevlam rahmetini esirgemediği gibi sabrın mükâfatını taht tacı ile göndermiş.Melik eşi, dünyaya nur topu gibi bir oğul getirmiş.Oğul da oğul ama.Gören bir daha bakıyor, halk varisin doğumuyla şenlikler veriyormuş. Güneş batmış ay çıkmış, ay gitmiş güneş doğmuş derken halkın elinde büyüyen varis, fidan gibi delikanlı olmuş. Sarayın gözbebeği olan bu oğlanın eline diken batsa herkesin ağzı yüreğine geliyor, başına dert keder uğramasın diye muskalar yapılıp dualar okunuyormuş.Melik ise oğluna aşırı düşkün olduğundan her gittiği yere oğlunu götürüyor, varisini yakından yamacından eksik etmiyormuş.Sakınılan göze çöp batar derler.Ee her şeyin fazlası zarar derdi anam.Oğlan bir gün atına binmiş gezmiş dolaşmış yurduna dönmüş.Dönmüş dönmesine de bizim oğlan bıraktığımız gibi değil ki. Gözlerini alim Allah açmak istemiyor, yanına geleni yakınından kovuyormuş.Bu işte bir hikmet var ama ne demişler, düşünmüş durmuşlar.Devlet erkanının aklı hafsalası yetmez böyle işlere.Bizim melik de oğlunun haline dövünüp duruyormuş.Ne ettiyse derdine bir derman bulamamış.Oğlu kendi açmak istemediğinden mi, yoksa açamadığından mıdır nedir ne gözüne dokunuyor, ne de hekimlerin dokunmasına izin veriyormuş.Biricik varisin durumu halkı da üzüntüye boğduğundan dermanı bende diyen koşuyor, ama her gelen eli boş dönüyormuş.Melik ne yapacağım, ne edeceğim derken ferman üstüne ferman vermiş.Yalnızca kendi ülkesine değil, komşu ülkelere de haber salınmış." Oğlumu ikna edene, gözlerini açana bin kese altın" diye fermanı taktim etmiş.Deli deliyi dakikasında bulur derler masalda da dertli dertliyi dakikasında bulur.Herkesin eğlenceye gittiği bir vakitte bastonuyla yaşlı bir adam ve yanında oğlu belirmiş sarayın kapısında.Elinde sepet olan adamın dağdan geldiği belliymiş.Gözleriyle aramış, taramış.Sarayın zemin katında, dışarıyı camdan izleyen buğulu bir çift göze rastgelmiş. Varmış pencerenin önüne. İki kere camı tıklatmış. Varis birinin geldiğini görünce hemen kapatmış gözlerini.Kimseyi görmemesi gerekiyormuş ya gözlerini açık tutuvermiş dışarıyı seyredalarken.Bu adam başlamış yakınmaya.
Varis:
- " Bre yaşlı adam. Konuş dedik de mi konuşursun.Dert dinleyecek hal mi görüyorsun bende.Benim halim bana yeter" demiş tüm sinirini bu yaşlı adamdan çıkarmış.
Yaşlı Adam:
- " Oğlum Molla Ahmet derler bana. Hiç sarayın yanından yakınından geçmek adetim değildir ama oğlumun kederi beni sürükledi buraya.Yanımda getirdiğime bakma. Evlat derdi boğar. Atsan atılmaz satsan satılmaz.Melik eteğine düştük el bağladık." demiş.
Benim oğlum her gün dağlara çıkar, koyunlar kuzular otlarken bir ağacın gölgesinde kaval çalar dönüp evine gelmez.Derdime çare ararken biri bacamı aşındırdı da geçer yol gösterdi.Molla Ahmet dedi, eğer dünyası kararmış bir asilzade bulur da üç damla gözyaşını, üç hurma ve üç tutam safran ile karıştırıp oğlunun vücuduna sürersen biiznillah tüm kederin buhar olur uçar, yerini yurdunu bilir de yanına kıvrılaverir" dedi.Ben de bu öğüt üzerine yolları aşındırdım, uzakları yakın ettim. Geldim seni buldum. Bana üç damla gözyaşını verirsen dünya ahiret duacın olurum." demiş.
Varis ise durmuş, bakmış, garipsemiş:
-" Molla Ahmet, iyi hoş söylüyorsun da benim dünyamın karardığını nereden biliyorsun? Hem benim ne derdim var ne tasam"
Molla Ahmet halden, insandan anlayan bir adam olduğundan cevabını hemen vermiş tabi:
- "Bu yaşa geldiysek boşuna gelmedik oğul.Bakınca insanın ahvalini anlıyoruz evelallah.Dünyan kararmasa bu koca sarayda tek başına oturur musun hiç.Hıdırellez bugün. Herkes gül dalının altında yerini almıştır bile.İğne atsan kaybolur şimdi. Tüm saray gitmiş bir sen bir ben kalmışımız burada.Ha sen ha ben. Ne var yani söylesen. Üç damla gözyaşı akıtsan. Ben de oğlumu evine bağlasam."
Meğer melik oğlu varis, yolculuk ederken yorulmuş da dinlenmek üzere atını durdurup bir servi ağacının altına uzanmış.İçi geçmiş olacak ki rüya âlemine dalmış.Burnuna gelen turunç kokuları ile beyazlar içinde bir dilber görmüş.Dilber elinde bulunan hırkayı geçirmiş oğlanın üzerine. Oğlan rüyasının devamını görmek üzereyken atı kişneyince uyanıvermiş.Bundan dolayı gözünü açmıyor, derviş gelir de görürsem kaçmasın, rüyanın devamını merak ediyorum, bundan kimseyi görmek istemiyorum demiş.Aslında tüm amacı derviş sırrını açık ettiğini görür de gelmez diye gözlerini kapalı tutmasıymış. Bunları bir bir ağzından kaçırmış.Olanı biteni kaşla göz arasında dökmüş Molla Ahmet'e.
- “Böyleyken böyle oldu Molla Ahmet. Benim dünyam kararmasın da kimlerin dünyası kararsın? Bu dilber de Hıdırellez'de olabilir mi dersin? “
Molla Ahmet:
- “Olana çare var mı oğul? Bakmadan bilemezsin.Amma önce Hıdırellez'in yanındaki Dicle ve Fırat Nehri'nin bereketli sularında gözlerini yıka.Sonra besmele çek ardına arkana bak.Kim yazıldıysa çıksın bahtina. Bu dediklerimi de yabana atma" demiş.
Molla Ahmet, melikin huzuruna çıkmış, müjdeyi vermiş:
-" Oğlunuzun kara dünyasına güneş doğdu devletlim.Gayrı ayağına taş değmez.İçini döktü de attı üzerindeki tüm yükü" demiş.
Melik ise şu işin aslını astarını iyice de bakayım molla, demiş dinlemeye koyulmuş.
- “Bunda anlaşılmayacak ne var devletlim.Evladınızın tasası gün gibi ortada.Gözlerini bereketli sularda yıkayıp dilberini arayacak.Kimin elinden hırka giydiyse onu bulması icap eder.Molla'nın elinden bu kadarı gelir gayrı. Gerisi yaradanın insafına sizin de emelinize kalmış." demiş.
Melik, söz verdiği üzere bin kese altın ile yolcu etmiş Molla Ahmet'i. Oğlu çıkmış yola Hıdırellez bağına.Üç deyip gözlerine vurmuş Fırat'ın ve Dicle'nin bereketli sularına.Besmele çekmiş açmış iki gözünü. Tam karşısında görmüş servi- hıraman'ı.Bir ah etmiş iki ah etmeye kalmadan olduğu yerde bayılmış.Gözlerini açtığı gibi de dilberin elindeki hırkayı bu sefer bizzat alıp kendisini geçirmiş sırtına.Gayrı ne biz uzatıp sayfarca yazalım ne de sizin güzel başınızı ağrıtalım.
Bundan sonrası davul ve zurnaya kalmış.Şöyle kelli ferlisinden nikah kıyılmış.Onlardan sonra da yaşatılmış bu kadim gün.
Hıdırellez olmazsa Gül bahçesinde o da olmazsa Çağlayan deresinde yılda bir kez hali vakti yerinde olanlar o güne mahsus yeni giysiler alırdı. Yeşillik ve ırmak kenarları kutlama yeri olarak tercih edilirdi. Bu kutlamalarda genç kızlarımız adeta görücüye çıkar gibi; kol kola yürüyüp genç erkeklerin önünden defile gösterisi gibi geçerlerdi. Genç erkekler de kızların dikkatini çekmek için gruplar halinde gezerlerdi. Allah biliyor ya, kim kime yazıldıysa orada açığa çıkardı derler. Alın yazısı ve kader orada tamam ederdi kendisini. Kızlar gönlünün erini, erkekler de bahtının güneşini orada bulurlardı.
Hal böyle olunca dertliler derman, sevenler yârini bulur olmuş.Boşuna dememişler aradığın seni arayandır diye.Her vakit tamam olur.Bizim vakit de tamam oldu candaşlar! Bir masalın daha sonuna geldik ! Dinleyenlerin, okuyanların ruhuna üfledim bile.Gökten de üç elma düşmüş, biri benim kel kafama, biri sevenlerin başına biri de sizin yüreğinize.Varın gidin hayrını görün. Rüya görüp uyanmak istemez olursanız da bu fakirin masalını hatırlayın..