Bir buz gibi üstünde eriyen mermerler,
Bugün rüzgarın yağmuru çalmasıyla
Mutlu mudur?
Sıcaktan kavrulmuş otlar gibi
Teninin üstündeki tüyler
Ne zaman sarılan kollara yaslayacak kendini.
Yutağında kuru ekmek, ellerin işçi.
Dün gibi yavaş ve sonradan gelen aklın
Vardır bir keşkesi.
Ahtapot gibi uzun ve yuvarlak kolların,
Sarıyor kendini
Bir ışık huzmesinde.
sen kendini sevdin sayıyorsun.
Islak toprağa daldırdığın elin,
Kendi köklerini bulmak için can atıyorken.
Küçük çakıl taşları tenini örseliyor
Kanıyorsun.
Açık pencerelere rastlıyorsun yol boyu,
Ayakların yorgun.
sen açık bir pencere olmak istiyorsun.
Azizliğine uğradın bir saksının muhakkak.
Kırılmak oldum olası normal,
Ve bin kez gülüyorsun.
Küçük yada büyük evlerin önünde kimseler yok artık...
dinleyecek yabancı sohbeti yok.
Yalnızlığın bin kere yalnızlık dışarıda.
Sırtından bel çukuruna dolan ter,
Islatıyor yorgun üstünü.
Gider kokularını tıkıyorsun bir poşeti buruşturup
Diğer her şey gün yüzüne çıkabilir senin için.
Hamam böcekleri dahil.
Eğer biraz daha serinlerse havalar diye örtüğün o hüzün çarşafında mutlu bile olabilirsin.
Kaç bin yıldır toprak altında saklanmış bedenin,
Bir arkeolog tarafından keşfediliyor .
Sen bu durumda sevinmeli misin?
üzülmeli misin ?
öyle istekli bulunmaya, öylece karadeliğe kapılıp gitmek.
Kapı kolları
Hep sevdiklerine ulaşılacak bir nesne gibi öylece asılıyor zihnine.
Bir çok düşünceye yetişmenin yorgunluğu içerisindesin.
Saçlarında büyüyen beyaz orkideler,
Hoş karşılanmıyor kimselerce.
Sense alışıyorsun, beyaza.
en çokta beyaza.
Dünyanın herhangi bir yerinde,
Öylesine, sadece konuşmayı bekleyen dudakların.
Şimdi bir tükürük boyu kendini ıslatıp duruyor.
Hiç ses duymuyor kulakların,
Bu kalabalık
Ve bu sessizlik
Ve bu dağılan ışık, geçip giden çiçek,
Bu hızda eriyen yüreğin
Kaç derecede kaynayacak ?