İnsan kendi üzerinde çalışmaktan yorulur mu hiç?

Yoruluyormuş.


Bu zamana dek yıllarca kendi kendime, kendi üzerimde yaptığım olanca çalışma, gözlem, analiz, çözümleme ve daha nicesinin beni fazlaca yorduğunu ve artık tüm bunları asgari düzeyde dahi yapmaya sabır ve istencim kalmadığını hissediyorum.


Bu zamana dek ciltlerce tutmuş olduğum günlüklerime bakıyorum. Yaşanmış somut olayları, anıları değil; kendimde gözlemlediğim, farkına vardığım soyut eğilimleri, hisleri ve daha nicesini istikrarlı bir şekilde yazmayı tercih ettiğim, bir nevi çözümleme günlükleriydi onlar benim için. Unutmuştum ben. Yıllar içerisinde ciltlerce tutmuş olduğum defterlerimi unutmuştum. Geçen gün kitaplığımın en alt rafına sıkıştırılmış vaziyette olan o defterlere çarptı gözlerim, hatırladım. İşte o zamandan beridir bakıyorum onlara fakat onları detaylıca okumaya el vermiyor içim, şöyle bir göz gezdiriyorum yalnızca.


Yazdığım çoğu şeyi dönüp okuyamıyorum ben sonradan. Ne bileyim, tuhaf hissediyorum. Bir de kalbimde inceden bir sızı... Onları yazdığım an, içimdekileri sansürsüz bir şekilde kusuyorum sözcükler aracılığıyla. Evet, sözcükler aracılığıyla kusuyorum ben. Kustuğum o şeylerden ortaya çıkanların -benim bireysel değerlendirme mekanizmam uyarınca- kalitesine göre de paylaşmayı seçiyorum insanlarla ya da paylaşmayı seçmiyorum, kendime saklıyorum. Paylaşmayı seçtiysem de eğer; sonrasında dönüp tekrar okuyamıyorum. İçim bi’ tuhaf oluyor. ‘’Kustum, bitti işte.’’ diyorum. ''Kustum, kustuklarımı paylaştım diğer insanlarla ve bitti işte...''


‘’Önüme bakıyorum.’’


Son zamanlarda kayda değer hiçbir şey yazamıyorum. Yazmayı geçtim, düşünemiyorum bile. Kendine dair yıllarca çözümlemeler yapmaya, farkındalıklar edinmeye çalışmış ve tüm bunları üşenmeden yazıya döküp cilt cilt defterler tutmuş bir insan olarak; son zamanlarda kendime dair herhangi bir şeyi düşünmek, an içerisinde neler hissetmekte olduğumu gözlemlemek içsel olarak dayanamayacağım, sabredemeyeceğim şeyler olarak görünüyor bana artık. Güçten düşmüş gibi hissediyorum. Burada kast ettiğim fiziksel güç değil elbette, içsel güç. İçsel güçten düşmüş gibi, içsel dayanıklılığım fazlasıyla azalmış gibi hissediyorum. Ve tüm bunların somut düzlemdeki yansımalarına, bedenime olan etkilerine de tanıklık ediyorum. Bedenimin tek başına, ayrıksı olarak yeterli kabul edilebilecek gücü olsa da; içsel gücüm, dayanıklılığım, hayata yönelik hissettiğim heves ve coşkum ve daha nicesinin azalması bedenime de bir şekilde sirayet ediyor, bunu hissedebiliyorum. Artık kendime ve hayatıma dair en ufak bir şeyi bile düşünemezken, düşünmek istemiyorken buluyorum kendimi sık sık. Kaçmazdım ben oysa. Kendi karanlığımdan, gölgelerimden, derinliğimden kaçmaz ve yüzleşmeyi tercih ederdim onlarla dürüstçe ve cesurca. Şimdi n’oldu bana? Tüm o karanlık ve gölgelerin oluşturduğu boşluk girdabı gün geçtikçe daha da içine çekiyor beni. Beni yuttu yutacak tamamen sanki. Birçok yetimi vakumlayıp emdiğini hissediyorum. Soğukkanlılığımı mesela. Zira henüz zuhur etmemiş en ufak bir şeyin olma ya da bazen olmama ihtimalinden dahi endişe atakları geçirir gibi oluyorum şimdi. Oysa çocukluğum boyunca annemin ifade etmekten bir an için bile gocunmadığı tabirle ‘’duvar gibi’’ bir duruşum, soğukkanlılığım vardı benim. -İçten içe ağlayan bir duvar, ağladığını diğer hiç kimsenin görmediği.- O boşluk girdabı pek çok şeyi daha vakumlayıp emdi. Net ve berrak düşünme yetimi, cam gibi saydam algılarımı mesela. Düşünme yetim ve algılarım netlikten, duruluktan fazlasıyla uzak şimdi. Bulanıklar. Sisli puslu ve dağınıklar. Toplayamıyorum. Kafamı toplayamıyorum asla. Özellikle son birkaç gündür öyle darmaduman bir hâle büründüm ki, konuşurken iki kelimeyi dahi yan yana düzgünce getiremeyeceğimden korkuyorum. Ataklıktan ve akışkanlıktan çok uzak, tutuğum şimdi. Tutuluyorum. Zaten işin doğrusu; canım da istemiyor. Konuşmak, başkalarına gerek yüzeysel gerek derin bağlamda laf anlatmak istemiyor canım. Artık benim için tam olarak ne, tam olarak ne işe yarayacak ki? Artık tam olarak ne yapsam, yapacağım o şey tam olarak ne işe yarayacak ki benim için?..


Çok büyüdü. Diğer insanlar görmeyeli çok büyüdü, serpildi içimdeki boşluk ve karanlık. Besledim de besledim. Az birazı neyime yetmediyse… Ben büyüttüm onu bizzat kendi ellerimle. İri kıyım bir şey olup çıkıverdi şimdi de. İçime sığmıyor. Sanıyorum ki bedensel yapı itibariyle minyondan hâlliceyim ben. Tam da bu yüzden olsa gerek, haddinden fazla büyümüş olan boşluk ve karanlık içime sığmıyor, içimin çeperlerine baskı yapıp duruyor. İçim rahatsız, içimin çeperleri ha bire saldırı altında bir nevi. Ve tüm bunlardan sebep, bütüncül olarak ben de rahatsızım. Her şeyimle.


Unutmuştum ben. Yıllar içerisinde ciltlerce tutmuş olduğum defterlerimi unutmuştum. Geçen gün kitaplığımın en alt rafına sıkıştırılmış vaziyette olan o defterlere çarptı gözlerim, hatırladım. Hayret, nasıl oldu da unutmuşum. Üzüldüm ben. O defterleri açıp şöyle bir göz gezdirdikçe üzüldüm. ‘’Kendi üzerimde kendimce yapmış olduğum o denli çalışma nereye gitti acaba…’’ diye düşündüm. ‘’Şu hâlime bak şimdi.’’ Yaklaşık son bir yıldır kendi üzerimde çalışmanın ‘’k’’sini bile yap(a)mıyorum ben. İçimdeki boşluk ve karanlığın derinliğine tutuldum, çıkamıyorum. Kendimi oradan çıkaramıyorum. ‘’Hem çıksam, kendimi oradan bir gayret çıkarsam ne olacak ki?’’ diyorum. Zira yaptığı hiçbir şeyin karşılığında bir türlü kayda değer bir gelişme, ilerleme deneyimleyemediğine inanan ve bu yüzden umudunu ve hevesini fazlasıyla tüketmiş olan parçalar var içimde. İçimdeki o parçalar, omuzlarımı düşürüyor benim. Benim omuzlarım istemsizce aşağı düşüyor. Yılgın, bitik. Özgüvensiz diyemem fakat yorgun fazlasıyla. İç yorgunluğum, bedenimin üzerine görünmez fakat fazlasıyla hissedilir bir yorgan oluvermiş. Üzerimde farazi bir yorganla geziyorum ben, kimsenin haberi yok. Bir ağırlık var yani, bir uyuşmuşluk ve de. İç yorgunluğumdan yapılmış yorganımla geziyorum ben. Kim ne diyebilir, kim ne yapabilir ki?..


‘’Kurtarıcı yok. Kurtarıcı diye bir şey yok ve olmayacak da. Bazı durumlar, bazı insanlar öyleymiş gibi görünebilir gözüne ileride fakat kuvvetle muhtemel hiç de sağlıklı olmayan düşünce şekillerinin etkisi ve zihninin seni tuzağa düşürmeye çalıştığı yanılsamalardan ibaret esasen hepsi.’’ diye sayıklıyorum kendi kendime sık sık.


‘’Seni kendinden başka hiç kimse kurtaramaz.’’


Kabul. Fakat ben de kurtarabilecek gibi hissetmiyorum kendimi. İçimdeki his dalgalanmaları, boşlukların ortaya çıkardığı oyuklar, soyut düzlemde deneyimlemekte olduğum hâller içten içe çürütüyor, tüketiyor, kemiriyor beni. O defterlerin bana anımsattığı, kendi üzerimdeki olanca çalışmamın akabinde şu anki hâlim bir başka umutsuzluk timsali gibi.


‘’Neyse.’’ diyorum. ‘’Her neyse de işte.’’ Daha fazla düşünmek, derinlere inmek istemiyorum artık. Hem, daha fazla düşünsem, derinlere insem n’olacak ki? Zaten her seferinde alabildiğine belirsizlik ve bilinmezlikle karşılaşıyorum. Tıpkı kendi kendime bu ve bunun türevi konu başlıkları üzerinde tefekkür etmeye çalıştığım her seferin nihai sonucunda olduğu gibi, şimdi burada da aynı nihai sonuca ulaştığımı görüyorum.


Bilmiyorum. Bilmiyorum. Bilmiyorum. Bilmiyorum.