Bir meydana gideyim "Hoop!" diye, bağırayım; "Herkese benden çay!" Kalabalık beni alkışlasın. Alkışlayacaklar tabii, en azından bizden bir çay öndeler bu hayatta.

"Neyi kutluyoruz abla?" "Beni canım! Beni. Baksana şu içimin güllerine, ne kadar güzeller."

Gözyaşlarımız dökülürken yanaklarımızda inci tanelerine dönüşüyor. Gözyaşının kadın suratında masum, pembe bir görünümü vardır. Lobelya'yla ben bu görüntüye hiç ulaşamadığımızdan suratımıza maşrapayla su tutuyoruz. "Bak," diyor bana, "Nasıl da bir bebek yüzü gibi masumlaştı yüzüm."

Hayatımın fonunda şarkılar çaldırırım. Belli vakitlerde çiçek sularım. Kaktüsü çok su vermekten, papatyayı susuzluktan öldürürüm. Bazı insanları nefretimden öldürmek isterim. Öfkenin bizi dinç tuttuğuna inanıyorum. Mutluluk yaşam kaynağı olmak için fazla zayıf bir bağdır. Öfkenin mutluluğa dönüşmesiyse sadece bazı insanların başarabileceği bir meziyettir.

Günler geçer, bazılarıyla geçmişi yad ederiz. Domatese "domat" demekten mutlu oluruz. Renkleri kokulara, kokuları yiyeceklere çevirmek isteriz. Bazı kelimeleri tekrar tekrar söylemek isteriz. Ben başlıyorum; fesleğen, fesleğen, fesleğen...

Kendimizi günü kurtarmaya zorlarız. Ben zorlamıyorum. Ben şarkıdaki gibi yapıyorum. Gülüyorum kendime, bakıyorum ne kadar güzelim. Aslında dünya benim.

Çaylar meydandakilere geldi mi abim? Sizin için yapabilecek bir şeyimiz yok. Fakat biz daha gidip ağzımızdan yüzümüzden ışıklar saçıyormuş gibi harikalarca gülümseyerek, 'bak ne kadar güzel içimin gülleri'ni satacağız. N'apalım abim, Usta'm bizi de böyle yaratmış. Çok tatlı insanlarız, tanısan seversin aslında.