Kimileri ararken kaybolur, kimileri doğuştan kaybolmuştur. Ben hangisiyim bilmiyorum ama kayboluşumun son günleri olacağını bilmediğim o gün, içinde güneşi taşıyan kurak bir çölün ortasında, bedenim eridikçe eriyordu. Kulaklarımda, sürekli tepemde uçuşan akbabaların iğrenç sesleri yankılanıp ruhumu zedelerken, uçsuz bucaksız kahverenginin içinde farklı renkler gördüm ve heyecanla koşmaya başladım. Bir süre sonra renkler yan yana dizilmiş insanlara dönüştü. İnsanların ellerinde ve ayaklarında kelepçeler takılıydı. Kimi gülüyor, kimi ağlıyor, kimi de nefret dolu bakışlarla etrafını izliyordu. Gür ve yırtıcı bir ses kulağımı tırmaladı. Sesin geldiği yöne baktığımda siyah tüylü, sert bakışlı bir akbaba gördüm. Akbaba benim anlam veremediğim bir dilde insanlarla konuşuyordu. İnsanlar da benim gibi dili anlamıyor olacak ki hepsi farklı tepkiler veriyordu.

“ Ne yapıyorsunuz siz.” diye bağırdım.

İnsanlar bir süre durdu ve bana baktı ama gözlerinde derin ve anlamsız bir boşluk vardı. Akbabanın gür ve yırtıcı sesi bu sefer ensemdeydi ve dilini anlamasam da bana hakaret ettiği anlaşılıyordu. Onu tüm kuvvetimle ittiğimde acı bir çığlıkla gırtlağıma yapıştı. Ben de kuru ve çatlak ellerimle tüylü gırtlağını sardığımda ikimiz de nefesimiz için mücadele ediyorduk. Artık vücudum beni bırakmayı düşünürken akbabanın vücudu sessizleşti ve titreyen ellerimi üzerinden çektim. İnsanlar anlamsızca bana bakmaya devam ediyordu. O an onlara da sinir olmuştum.

“Size acıyorum.”

İnsanlar kendi dillerini unutmuşçasına sessizlerdi. Akbabanın tüyleri arasında inci gibi parlayan o tek anahtarı alıp insanları özgür bıraktığımda hepsi farklı yönlere koşmaya başladı. Gökyüzündeki akbabalar ise yeryüzündeki ölü akbabayı yiyorlardı. Kirlenmiş ellerimle uzaklarda gördüğüm suya doğru yürümeye başladığımda içime serap olabileceği korkusu oturdu. Ta ki ellerimi içine sokup soğukluğunu hissettiğim an onun gerçek olduğunu anladım. Suyun verdiği mutlulukla arkamı döndüğümde insanları tekrar yan yana dizilmiş gördüm. Karşılarında beyaz tüylü bir akbaba vardı, ince sesiyle onlarla konuşuyordu.

“Neden neden...” diye bağırdım. Bağırışım onlarda bir komutu uyandırmışçasına bana doğru yürümeye başladılar. Yürüyüşleri bir intikam ritmi barındırıyordu. Korkuyla koşmaya başladım ama kısa bir süre sonra yakalandım ve artık nefretle dövülüyordum. İnce sesli akbabayı tekrar duyduğumda insanlar durdu ve güneşin yansımasında yok oldular. Bense gökyüzündeki akbabaların sofrasında yatıyor ve nefesime karışan kan kokusu eşliğinde son acımı çekiyordum.