Zihnimde mütemadiyen yankılanan sözcükler var. Mesela “kaybettin, kaybettin,kaybettin…” diyor içimden bir ses. Hemen her gün, her saat yankılanıyor bu kelime kafamın içinde. Öyleyse sormak gerek: neyi kaybettik?


Para pul desek öyle aham şaham bir servetin bekçisi değiliz, mal mülk desek atadan deden pek bir şey kalmamış, itibar desek mermi yeriz laf yemiz. Peki neyi kaybettik? 


Galiba güvenimi kaybettim. İnancımı, iyi niyetlerimi, insanlığımı kaybettim. Küçükken bu dünyayı kurtarmak isterdim. Kimden ya da neyden kurtarmak istediğimi hatırlamıyorum ama şimdi olsa köküne kibrit suyu dökerim. 


İnsan dünyada sevdikleri kadar yer kaplar. Ben ise en sevdiklerimden yedim kurşunu. Ailem, arkadaşlarım, dostlarım derken sosyal yapım gereği binlerce insan tanıdım. 

Küçüklüğümden bu yana bu insanlar için başımı belaya koydum. Kendimi onlara adadım, onlar için yaşadım.

Fakat şimdi kim var?

Küçük kardeşlerim, babaannem ve bir dostum dışında hiç.

Onlar da kendi dünyalarında kendi dertleriyle meşguller zaten. Şu siyah ekrana iç döktüğüme göre yalnızım demektir. 


Yalnızlık kim olsa kahreder. Fakat bu kahroluşta derin bir haz vardır. İnsan kendini tanır, şehrini, sevdiklerini ve en önemlisi Tanrı’yı tanır. Muhammed Hira’da, İbrahim dağlarda, Yusuf kuyuda doğruyu bulmadı mı? Hepsi de sevdiklerinden yara almadı mı? Kimini sevdikleri attı kuyulara, kimi sevdiklerinden kaçtı bu dağlara… 

Rab onları hoşnut kılmadı mı?

Beni yaratan benim yolumu gösterir demediler mi?

Bağrıma bastıklarım tarafından bir takım yaralar aldım. Kimini kül ettim içimde, kimini kül etmek üzereyim. 

Zihnimde köpüren bu deniz, bu kasvetli karanlık fırtına bazı zamanlar beni de boğacak gibi oluyor. Tanrı’ya yakın mıyım yoksa uzak mıyım bilmiyorum. Ancak onu tanıdığım içim boğulmadığımı biliyorum. 

Sen de beni tanıyorsun, bunu hissediyorum Rab.


İlahi hislerin üzerine fazla konuşmaya gerek yok diye düşünüyorum. Ben bu hayatın en dibinden geldim. En tepeye kadar düşe kalka yürüyeceğim. Siz olsanız da olmasanız da. Beni vursanız da yaralasanız da…