Çocukluğumdan beri duygularıma iğne batırırım. Her şeye alışan ruhum buna da çok alıştı. Açılan yaraları kapatmak olmadı asla amacı, o yaraların acısını dindirmek tek gayesi oldu. Bir yandan hak verdim ona, bir yandansa hiç mi düşünmedi dikişi tutulmayan yaranın bir gün içime dokunacağını. Şimdi çekiliyor acısı bir zamanlar eksik olan duyguların. O kadar yabancıyım ki bu duygulara, karşılarında dikilmek dışında hiçbir harekette bulunamıyorum. Bir yandan sevdim onları çünkü bana benziyorlar, bir yandansa düşmanım gibi ruhumda savaş veriyorlar. Kılıç uzatsam kalkanları var, çiçek uzatsam benden destek alıp kılıç kuşanacaklar, hem de bana karşı! Ne yapmalıyım ruhuma benzer diğer ben? Her zaman sesini duyuyorum. Kalbimdeki çarpıntıların, kulaklarımdaki kırmızılığın, nefes alışımdaki rahatsızlığın, gözyaşlarımın sebebi ve dilimin kelepçesi söyle, ne yapmalıyım?


Kılıç da uzat onlara, çiçek de! Ne yapacaklarını değil, kendinin ne yapacağını önemse. Ayrıca ben değilim dilindeki kelepçe, kalbindeki çarpıntı veya nefes alışındaki rahatsızlık. Ne senden yaşlı, ne senden gencim. Ne farklı korkularım ne de farklı düşlerim var. Senin kadar suçlu, senin kadar masumum. Senin kadar özgür senin kadar mahkum. Tek benzemediğimiz yönüm senin kadar yalnız değilim, sen ne kadar görmesen de beni, ben sana sahibim. Yani ben senin izin verdiğin kadarım, yani senin kadarım!


Gök çarpıntısı! Kalp çarpıntısı! Aşkın yürek burkan yankısı, ellerimizi tutan ellerin hayal olması. Geceler boyu düşünsem ne olacak? Tanrının dilindeyiz, mekanımız cehennet. Kin tutar bizi kendimizden gayrı müebbet! Kan tutar bizi, o yüzden korkarız ölümden. Kim tutar bizi ölümün düşlerinden? Zaman diyebiliriz buna bir müddet ama o da sona erecek elbet. Gök çarpıntısı! Yer sarsıntısı! Silah sesi, beyin parçası. Ellerimiz dolu kırmızıyla, gözlerimizde karanlık perde. Yaşıyoruz lan yine de! Yaşıyoruz işte.