Bir hakkı gasp etmiş gibi yürüdükçe sallanıyor şapkasının püskülü. Sorsan bahtiyar bir kabadayıdır, sokakları mesken tutmuş. Yine de ödün vermez gençliğinin huzuru kaçmış, yığınların üstüne devrilmiş bahçe kapısı gibi suratında taşıdığı izi saklayacak kadar utanmamıştı. Oysa bir bahardı onu dağın eteklerinde kamçılayan. Paltosunun deliklerini yamarken unuttuğu yerden düşmüştü hatırası. Basitti.
Karmaşık, yarım yamalak heceleri ikiye bölme gayreti yüzünden kesmişti elini. Kuruyan kanın teninde oluşturduğu gerginliği, rüzgarın uğultulu sesiyle birleştirdiğinde acısını duyuyordu sanki. Bir uçurumun içine bakıp kulak kabartmıştı. Hangi boşluk büyüktü? Daldan dala atladığı sıralarda kör bir parça takılmış, toprağa ulaşamayan yaprakların asi sancaktarı konumunda hınca hınç gülümsemeyle yüz çevirmişti ufuktan. Şapkasının püskülü sarkaç gibi sallandıkça gücünün tükendiğini, zamanın geçtiğini hissediyordu. Basitti oysa.
Tüm bu düşüncelerin arasında elinden sızan kanın toprağa değmesiyle durdu. Usulca eğdi başını. Şapkasını çıkartıp bastırdı göğsüne. Mavi kurdele, ahşap bir kuş, sakat bir köpek, yeni filizlenmiş çiçekler, kokusuz toprak… Çiçeklere bilhassa dikkat ederek bastı. Kuşu pervazdan itti, köpeği kovdu. Kurdele. Evet bir kurdele vardı sanki. Ne yapılırdı onunla? Yenice şekillenmiş, detaylarıyla gülümseten bir kurdele. İlk aklına geldiğinde, önce afallamış sonra olanca gücüyle uçurtmanın ipini tutan çocuk misali peşine koşmuştu.
Neyi umursamıştı ütüsüz pantolonlarında? Beyaz mendili hiç çıkmış mıydı cebinden? Birkaç ağır adım, birkaç sızlanışla kuşun düştüğü pervazın önüne oturdu. Güneşin yükseldiğini görse de gecenin ağır sisi üstündeydi. Kireç duvarın ceketini kirleteceğini umursamadan yaslandı geriye. İki dudağı aralanır gibi oldu ama kirpiklerine kaçan tozla okkalı bir küfür savurdu içinden.
Kovulan köpek sürünerek döndü meskenine. Kuş hala yerde olsa da doğrulmaya çalışıyor gibiydi ayak uçlarında. Yağmur yağsa toprak kokardı belki. Ama zor diye düşündü bahtiyar delikanlı. Derince bir nefesle hapsetti gülüşünü. İzliyorlar, dedi, gölgelerde yatacak yer arayan köpeğe bakarak. Basitti oysa. Zira ötelerden gelmişte geçmiş bir suyun, evine dönmek isteyen balığı umursamaması gibiydi. Püskül bir kez daha sallandı. Davudi bir sesin sokağın öte yanında yankılandığını işitmiş ama bir boşluğun balçıklarını karmakla meşgul olduğunu düşünerek dikkat kesilmemişti.Ona göre bazı şeylerin önemi sıralanmalı, önemliler yerlerini önemsizlere bırakmalıydı. Hayat bir şekilde elinden, saçından, yüreğinden vergiler alarak onu tüketmesini biliyordu. Kamçılandığı dağın eteklerinde başlayan inşaatı durdurmaktı onun istediği.
İkinci kez yankılandı davudi ses. Derinden ama daha yakından geldi. Yerdeki kuş ötmeye hazırlandı yağmur getiren bulutların gölgesinde. Bir şarkı mırıldandı içinde hapsettiği gülüş yerine. Sözcükler, toz kaçan gözlerinin kısılmasıyla kızarması arasında boğuşan bir adamın içinde hapsettiği gülüşün yerini tutar mıydı? Ahenkle dans etmeseler de bir orkestra şefinden ilham almışçasına ölü toprakların üstüne ekiyordu tohumlarını. Zehirli diye düşündü, gençliğin belki de bitmiş bir ömrün son kalesinde dilenci olan adam. Neye dilenirdi ki? Mırıldandığı şarkıyı bitirmeden, üstündeki tozu silkeleyerek doğruldu pervazın önünde. Ahşap kuşun kanat çırptığını, sakat köpeğin koştuğunu, yağmurla ıslanan toprağı göremedi ama görülecek bir şey var mı diye zonklayan rüzgara sırtını döndüğünde kaybetti. Basitti oysa.
İki yabanın diş bilediği gece ve gündüzce adım adım sayılan, her atılan örgüye bir bahçeyi kokutan…
Sahi kurdele vardı değil mi? Mavi olan.