Hadi bir hikaye yaz. Umut olsun, mutluluk olsun… Kolay değil, değil mi? Düşünemedim. Düşünemiyorum. Hayal dahi kuramıyorum. Bitti diyor bir ses içimden içime… Zihnimin derinlerinde yankı yankı!

Bitti!

İsyan etmenin faydasız olduğunu anladım.

Karşı koymak havanda su dövmek ile eş değerdi.

Yani tamam mıydı? "Nilgün'ün öldüğü yaştasın..." dedi.

Derdi, o ses hep söylerdi. Anlaşılamadan bitecek hikayen derdi... Sonumu kendim yazamam, umutlarım var. Sonumu yazamam, incir gibi köklendim bu dünyaya...

"Evet, incir gibi!" dedi o ses...

Tekrarlandı bir an... "Evet, incir gibi!"

Çevresinde bir şey yaşatmasına müsaade etmiyor muydu benliğim? Aşk bu yüzden mi yeşermiyor, umut bu yüzden mi kısa ömürlüydü topraklarımda...

Çektiğim mide ağrısı sabahlattı beni yine ve yine günü doğurdum sancıyla.

Ölüm gelecek mi endişesiyle... Yazamazdım kendi sonumu elbet ama Nilgün'ün öldüğü yaşta ve asla anlaşılamamış bir kadındım. Küçücüktü ellerim ve dünya kocamandı... Kimsesizdi yüreğim, üstelik zihnimde ur gibi, "incir gibi" diyordu o ses...