Yazmaya nereden, nasıl başlanacağını bilmeyen biriyim ben; sevgilim. Bildiğin üzere şu dünya düzenine uğrayalı pek bir zaman olmadı, henüz on yedinci senemdeyim. Zaman geçiyor… insanlar doğuyor, ölüyor. Hayat her zaman olduğu gibi devam ediyor - sanırdım. Çok basit düşünüyormuşum senden önce. Hislerimi, düşüncelerimi neden sana açmadığımı merak ediyorsun hep, artık bir yerden başlamanın zamanı geldi diye düşündüm. Şiir yazmakta pek iyi sayılmam, şarkı besteleyemem, içimi sana açmanın en yapabileceğim yolu yazmaktı biriciğim. En baştan başlayacağım, en başımdan.


Bunların çoğu bildiğin şeyler olmasına rağmen -atlamayacaksın tek bir harf bile biliyorum- hiçbir şeyi gözden kaçırmadan oku. Gördüğün ve göreceğin her şey benim; senin Deniz'in. Hoş geldin bana sevgilim, evine hoş geldin.


Ablam henüz daha 9 aylıkken annem beni öğrenmiş, dünyanın en ansız en habersiz bebeğiymişim belki de. Sivas'ta yaşıyorlarmış, ne alaka inan bilmiyorum. Ben annemin karnında 5 aylıkken Samsun'a taşınmışız. 22 Şubat 2006. Tam olarak neresi ve saat kaç hatırlamıyorum; tek aklımda kalan saat şafağa yakınmış. O zamanın imkanlarına kıyasla bile gayet kötü ve bakımsız bir hastanede, biraz zamansız doğmuşum sanırım. Normal doğum yapmış annem. Nasıl olmuş bilmiyorum, anlatmadı. Doğduğumda 49 cm ve 3 kiloymuşum. (Annemin günlüğünde yazıyor, 5 ay 20 günlükken 66 cm ve 8 kilo olmuşum, şişko sayılırım galiba.) Bir kısmını annemin ağzıyla yazacağım şimdi, hoşuma gitti anlatışı. "Daha bir günlüktün. Hastaneden taburcu olacaktık ve birden sana bir şey oldu morarmaya başladın, hemşireler müdahale edip sana nefes aldırdılar. O zaman o kadar korktum ki yavrum… Seni bulalı henüz 24 saat olmuşken kaybetme korkusu! Rabbim bana asla sizin acınızı göstermesin, her şey sırasıyla olur inşallah. Sonra bir gün daha hastanede yattık, o gece de morardın. Hemen doktora çıktık, testler yapıldı; kalbine, ciğerlerine bakıldı. Hiçbir sorun yok, niye böyle yapıyorsun anlamıyorlar. Doktor; kaldığınız oda havasız ondandır, evinize gidin bir şeyciği kalmaz, dedi ama benim içim kıpır kıpır. Diğer gün öğlen taburcu edildik. Hava soğuk, sardık seni battaniyeye; ama içimde hep bir korku… Babana sürekli sana bakmasını söylüyorum. Bu arada bir tost yiyordum, baban "aşkım bir bak bir şeyler oluyor!" dedi. Bir baktım yine morarıyorsun. Her şeyi bir yana fırlatıp hemen acile koştuk. Sana yine oksijen verip nefes aldırdılar. Dediler, anneyle biraz yatsın; uzmanı çağıralım o görsün. Çaresizlik öyle kötü ki kızım… sebebini bilmeden öyle morarmaların, doğum acısını, çektiğim o sancıları, hepsini unutturmuştu bana. Uzman geldi, konjenital kalp hastalığı olabilir, deyip fakülteye sevk etti. Babacığın "ambulansla gönderin bizi." demiş ama uzman şahıs, bir şey olmaz demiş. Biz de taksi bulup bindik ve üniversiteye doğru gidiyoruz. Yolun 1/3'ini gitmiştik ki sen yine morarmaya başladın; sırtına vuruyorum, burnuna üflüyorum, yok… ağlamıyorsun bile. Baban da, ben de bakakaldık. Baban şoföre "hemen Atakum sağlık ocağına." dedi. Şoför yaktı dörtlüleri, kornaya basa basa gidiyor. Geldik ama bir de ne görelim, yol çalışması! Ara yollardan geçip en yakın yere gelince baban seni kaptığı gibi sağlık ocağına koştu, peşinden ben. Sana hemen müdahale edildi ve düzeldin. Buradan sonrasını ambulansla gittik. Fakültede seni saatlerce incelediler; yine testler, ekolar, ultrasonlar ve bir şey bulamadılar. Biraz gözlemleyelim dediler, burada kalsın. Yatırdık seni fakülteye ve ben salı akşamı sancılarla çıktığım eve sensiz olarak cuma akşamı döndüm. Babaannen, teyzen (Esra Teyzen) de bizdeydi. Esra Teyzen Afra'ya bakıyordu. Ve bu benim ablandan ilk ayrı kalışımdı. Teyzesi Afra'ya hep "annen bebek getirecek" diyormuş. Eve geldim Afra beni görünce sarıldı hemen öpüştük. Hani bebek, dedi. Getireceğimi söyledim. O korku, o kaybetme korkusu çok beter, Rabbim hiç kimseye evlat acısı göstermesin ve yavrum sen 3 gece fakültede kaldın. Her gün gelip emzirdim seni, gecelerin için de sütümü sağıp bıraktım sana. Pazartesi günü doktor bize midende bir rahatsızlık olduğunu, büyüdüğünde pek bir şeyin kalmayacağını söyledi. Sonra evimize geldik, ablan seni tanıdı. İlk bir-iki gün eğlenceli geldi ama sonra anladı ki sen kalıcısın kıskançlıklar başladı, seni hiç gözümün önünden ayırmamam gerekiyordu." hikayenin gerisinde ablam sürekli bana zarar veriyor; vuruyor, ısırıyor, emziğimi bile çalıyor.. Gün boyu ulaşamayacağı yüksek bir masanın üzerinde duruyorum, anca 4 ayım bittiğinde indiriyor annem oradan beni.


14 Ağustos 2006, henüz 6 aylık bile değilken annem şöyle yazmış: "Kızlarım, kınalı kuzularım… Ben de insanım, bazen bağırıyorum size dayanamıyorum. Ama bilin ki siz benim kanımsınız, ben sizi çok seviyorum. Tek tesellim bu bağırış çağırışı hatırlamayacak olmanız. (…) Canlarım siz bana Rabbimin bir lütfusunuz. Sizi çok seviyorum. Şimdi ikiniz de öğle uykusundasınız. Uyuyun da büyüyün yavrularım, ve bu satırları tebessümle okuyun. Annenizden size minik bir armağan." Hatırlamıyorum, yine de içimi sızlatıyor hatırlamadıklarım. Devamında biraz babamdan bahsetmiş; ablamla daha yakın olduğundan, her pazar beraber çarşıya gittiklerinden, ben doğduktan sonra kıskanmasın diye ona daha çok bağlandığından… böyle bir sayfa dolusu yazı. Değişen tek bir şey yok, belki yersizlik ediyorum ama ablam bu yaşında da mı kıskanacak sanki beni? Ya da ne bileyim sevgilim, kardeşim doğduğunda ben kıskanmaz mıydım? 


2 Eylül 2006, tökezlemeden emeklemeye başlamışım. 8 Eylül, televizyonu değil reklamları izliyormuşum. Ablam eline hangi oyuncağı alsa onu isteyip ağlıyormuşum, hak etmiştir. 23 Aralık, annem 3 aydır yazmıyormuş ama ben artık çatır çatır yürüyebiliyormuşum. Birazcık da konuşuyormuşum, büyümüşüm işte. Tam bugün dudağımı yarmışım, izini çok iyi biliyorsun güzel aşkım. Annemler iz kalır diye korkmuş ama vücudumdaki izlerden tek sevdiğim o sanırım. Bir de ısırıp dikişi koparmışım hemen. 14 Mart 2007, ben daha 1,5 yaşındayken başlamış asıl olanlar. "Bu aralar kendime çok kızıyorum. O kadar tahammülsüz, sabırsız ve sinirliyim ki…" Evet, iki cümle dahi yetiyor. 7 Mayıs 2007, annemin kucağındayken bir adam gelip beni sevmeye başlamış, fotoğrafımı çekmiş… maşallah ne güzelmişim bir de. Aynı gün sahilde gençler fotoğrafımı çekmiş, büyüyünce çok can yakacakmışım, öyle demişler. Ben senin gibi bir canı nasıl yakarım ki… aman, yalan söylemişler. 22 Mayıs 2007, Salı. "…böyle olmak da beni çok üzüyor. Bazen hiç istemesem de size bağırıyorum, vurduğum da oluyor. İşte o an kendimden nefret ediyorum. Hayır diyorum, ben böyle bir anne olmak istemiyorum. Doktora da anlattım bunları, ilaç verdi. İyi gelir umarım." bir de bugün dondurma yerken yine fotoğrafımı çekmişler. Annem 2007'nin sonlarında denizce dilini yazmış sana. Su = du, çay = day, afra = adda, makbule = bakdude, top = pop, yumurta = pupurta, dondurma = bonbiniya, kırmızı = kımcımı, bobobos, mennet… Annem bugün bize canımın yangınları demiş, benimki sensin sevgilim. 


- Hayal miydi bilmem / bir rüzgar esti / getirdi imrendiğim ne varsa / önüme serdi / dönüp arkama baktığımda / gördüğüm ağlayan bir silüetti / geçmiş miydi peşimdeki? / yoksa bu yaralar bugün geçmiş miydi? / ebette büyüdüm / ağladım güldüm / oysa bir tek şey vardı bildiğim / her şeyden öte / en gerçek olan hep sendin. (annemin seneler sonra yazdığı ilk şiir, bize adamış.) - 


20 Temmuz 2009, "Anneliğimden nefret ediyorum. Siz büyüdükçe istekleriniz büyüyor, artıyor, ardı arkası kesilmiyor. Ne sevecenliğim kaldı, ne de… ne bileyim işte. İçimde kocaman bir boşluk, her an sorguluyorum kendimi, size karşı öyle sert ve otoriter biri oldum ki, ben bile bazen kendime hayret ediyorum. Bir başımayım. Konuşacak kimsem yok. Yalnızlıktan mı yoksa bunlar… bilmiyorum."


28 Aralık 2016, "Afracım defteri bulup okumaya başladığında önce bir utandım, keşke her gün yazabilseydim. Anaokulu, ilkokul yıllarınızı… ama olmadı. Yoruldum ve hayata yorgun tarafından bakmayı tercih ettim. Keşke diyor muyum? Evet. Ama bir faydası yok."


Ve evet, defter bu kadar. Bu sayfanın sonunda kağanın doğumu ve babaannemin ölümünden bahsediyor. İlk paragraf; insanlar doğuyor, ölüyor. Hayat her zaman olduğu gibi devam ediyor - sanırdım. Senden sonra o boşluğu keşfettim. İnsanlar doğar, yaşar ve ölürlermiş. Sen beni en sade anlarınla yaşatıyorsun sevgilim.