Kendiniz için kötü olduğunu söylediğiniz ama yapmaktan vazgeçemediğiniz davranışlarınız var mı hiç? Mesela kime sorsan sigara içmek kötüdür, zararlıdır ama bugün çoğu insan sigara kullanır, nadiren kül tablası olmuyor kafelerin masalarında veya sigarasız alanlar genelde hep daha sakin olur. Barlar ceza yeme riskini göze alıp kapalı alanlarda müşterilerine sigara içirir. İşte bizim bu kötü olduğunu söylediğimiz ama yapmaktan kendimizi alıkoymadığımız davranışlarımız aslında bizim kötü olduğunu düşünmediğimiz davranışlarımızmış. Yeni bir insanla tanışıyoruz; iyi, hoş, güzel vakitler geçiriyoruz. Bir gün aldatılacağımızı, yalanlar duyacağımızı veya terk edileceğimizi bilerek bir ilişkiye başlıyoruz. Bu sadece kadın - erkek arasında dopamin ve serotonin patlamaları yaşatan hisler için geçerli değil bu arada. Hemcinslerimiz arasında bize bu iyi hisleri yaşatan arkadaşlarımız da olabiliyor, karşı cinsten de olabiliyor. Ama beynimizin bir yerinde maruz kalacağımız hislerin farkındayız. Buna rağmen bağ kuruyoruz. Hepsi bir ihanetle silinecek onlarca anı biriktiriyoruz ve yaşam böyle gidiyor. Çok şaşırıyorum elli sene kırk sene bozulmayan ilişkilere. Evliliklere, dostluklara... Acaba aralarında böyle büyük kaoslar yaşanmıyor mu diye düşünüyorum. Birbirlerinin kalplerini kırıyorlar mı, üzüyorlar mı birbirlerini? İhanet edip ortada bırakıp sonra geri mi barışıyorlar? Gerçekten de bardak kırıldıktan sonra tekrar su içilir mi? Kalp kendisini paramparça edene tutunmaya devam eder mi? İnsan sevilmediği yerde sevgisini büyütüp sevgi görebileceğine emin şekilde yoluna yürümeye devam eder mi? Kimdir bizim yabancı dediğimiz o kişi? Adını sanını hiç duymadığımız, hiç konuşmadığımız o kişi mi? Yoksa kendimiz mi? İnsan en çok kime yabancıdır?