İnsan nankördür. Tüm aldıklarını bir kenara itip tekrar odak noktasını yeni bir isteğe çevirir. Unutur tüm ulaştıklarını, aldıklarını. Başka şeyler ister, çalışır, onu arzular. O isteğini de elde edince onu da unutur. Bu hep böyle devam eder bir kısır döngü gibi. Çünkü biz doyumsuz varlıklarızdır. Hep daha çok şeye sahip olmak isteriz. Bu istek de hiç sönmez yanardağın içindeki lavlar gibi.
İnsan ulaşamadıklarının delisidir, evet. Çünkü ona ulaşmak için deli gibi çaba sarf ederiz. Çaba ise elimizde olmayanlara ulaşmak için fazladan verilen emek ve çalışmadır. Ayrıca ulaşmaya çalıştıklarımıza dair duyulan merak ve arzudur. İşte bu yüzden ‘delisi’ oluruz ulaşamadıklarımızın. Verdiğimiz çaba sonrası ulaştığımız şeye ise duyulan merak ve arzu bir süre sonra son bulur. Unutulur, kenara atılır. İşte bundandır ulaşamadıklarımıza duyduğumuz delilik: merak ve arzu…
Aslına bakılırsa insan istediği şeye ulaşmak için verilen çabayı daha çok sever. Yani çabalarken aldığı yorgunluğu, stresi, duyduğu heyecanı ve yoğunluğu, ulaştığı şeyden üstün tutar. Yani insan ulaşmayı istediği şeyi değil de ulaşmak için kat edilen yolu daha çok sever. Bunu şu sözlerle daha iyi anlayabiliriz: İnsan gayeye ulaşmak için çalışmayı sever, fakat ulaşmayı pek istemez; bu hal hiç şüphesiz çok gülünçtür. (Dostoyevski)
İnsan, hedefi çabalarken aynı zamanda hedefine ulaşmaya korkar. Hedefsiz kalacağı düşüncesindedir. Hedefsiz kalmamak içinde daima yeni istekler üretmektedir. Bundandır insanoğlunun ulaştıklarına nankörlük yapması… Bazen de ulaştığımız şeyin verdiğimiz çabaya değmediğini görürüz. Bu yüzden ulaştığımızda çok da mutlu olamayız, unuturuz. Bu konuda Schopenhauer’ın bir sözü vardır: Arzu edilen şeyi elde etmek, onun ne kadar nafile olduğunu keşfetmektir. Bir boşluğa düşeriz, bundan sonra ‘şimdi ne oldu, ne var’ diye düşünür dururuz. Sonra hep en kolay vazgeçtiklerimiz en çok emek verdiklerimiz olur. Verdiğimiz emeğe değmediğini düşünürüz çünkü. Hatta bazen hedefimizden sonrası düşünmeyiz bile. Sadece ona ulaşmayı arzularız. Ulaştığımızda ise unutur, sileriz hemen. Önemli olan istemek ve çalışmaktı çünkü. Bunu yaşamdan her yerde görebiliriz. Uç bir örnek bile olsa örneğin Kristof Kolomb bence Amerika’yı bulduğunda değil aradığında daha mutluydu.
Yani anlıyoruz ki insan yapısı gereği hep bir şeyler ister. Bu sırada tek düşündüğümüz bu isteklerimiz olur. Dolayısıyla bu isteklerimiz için çalışırız. Bu süreçte yoruluruz, düşünürüz ve hep merak ederiz “acaba yapabilecek miyim, alabilecek miyim?” diye. Ya da istediğimiz şeyi merak ederiz. Kısacası ‘deli’ oluruz.
İsteğimizi gerçekleştirdiğimizde de tüm bu duygular son bulur. Kaybolan tüm bu duygularla birlikte deliliğimizde gider. Geriye sadece elde ettiğimiz, ulaştığımız şey kalır. Bunu da unutuveririz hemen. Kısır döngü böylece devam eder.