yukarıya kaldırıyorsun yorgun başını
göz göze geldiğin
gökyüzünün o soluk grisi
içine çektiğinin dumanın ikizi
göz kapaklarının titreyişi
yanaklarına dökülen kirpiklerin
eskileri hatırlatır oldu sana
oysa unutmak için çok çabalamıştın
unutmaya çalışmak da hatırlatır olmuştu sana
deşildikçe deşilmişti yaraların
kanadıkça kanamıştı anıların
sen kaçtıkça bileklerinden yakalamışlardı seni
kendi ellerindi bunu sana yapan
bir yabancının olsaydı belki daha az acırdı canın
insan unutmayan bir varlık olsa yaşayabilir mi hiç?
demişti bir dostun sana
gel de gör benim beynimin içini
gel de gör ve çıkamaz ol oradan
demiştin
gülerek demiştin hatta
öylesine bir şeyden bahsedercesine
oysa
ne kanlı savaşlar
ne büyük yenilgiler
ne çok bıçak vardı kalbinin sağ ve sol kapakçığında
bu denli yara almış olmasaydı kalbin
belki bugün gözlerine denk gelen gözlerle
ya da juliet öldüğünde
nice sevenlerin kavuşamadığı o hikayelerde
bir saniye dahi olsa attığını hissederdin
küçük hikayelerdi bahsi geçen
eski hikayelerdi
efsane haline gelmiş dramatik aşk hikayeleri
oysa bir gün o hikayelerde
kahramanın sen olacağını hiç tahmin etmedin
şimdi mutsuzsun kaleminden
yazdığın hiçbir şey tatmin etmez oldu ruhunu
tüm dünya sana yabancı olur
aynada gördüğün yüz bir tanıdıktan öteye gitmezdi de
kelimelerinin sana böylesine sırt çevireceğini
hiç tahmin edebilir miydin?
çekiyorsun gözlerini gökyüzünden
göz kapakların usulca kapanıyorlar
kirpiklerin karışıyorlar birbirlerine
kalemini de bırakıyorsun
rüzgar uçuruyor kağıtlarını
yazdığın şiirler küsüyor sana
iyi geceler diliyorsun onlara
kalemin yuvarlanıyor ve düşüyor kırık sehpandan
hatırlıyorsun sonra yine
bir gece ansızın
gidenleri bir bir izlerken
sen de böyle aniden
düşmüştün dizlerinin üstüne
bir daha kalkamadın sonra
neyse ki bu sefer hiç mi hiç çabalamamıştın
ne yeni pişmanlıklara
ne de geçen zamana
eskisi gibi gebe kalmamıştı ruhun.