Titus Burckhardt,"İçinde hakikat barındırmayan gerçek güzellik olmadığı gibi, güzellik saçmayan tam bir hakikat yoktur."der 'Aklın Aynası' adlı eserinde. Öyleyse hakikatin güzellikle ilişkisi mutlak olduğu gibi, insanın hakikatle ve hakikatin sıkı sıkıya bağlı olduğu güzellikle ilişkisini tesis eden hususlar nedir?
İnsanın kendisinden bir sonraki nesle bir iz bırakma gayreti, insanlık tarihinin
emekleme döneminden bu yana günümüze kadar ulaşmış ve insanın şuurunda filizlenen tabiata öykünme hasleti her daim ehemmiyetini korumuştur. Tabiatı kendi ruhuyla bir bütün olarak görme arzusu insanı yaratıcılık mesabesinde tabiatın sırrını keşfetmeye sürüklemiş ve bu serencam, güzellik mefhumunun hakikat ile münasebetini tabiat aynasından insan ruhuna akseden bir ilham olarak insanlığın estetik anlayışının önüne sermiştir. İnsan kendi eserinden tabiatın güzelliklerini seyrederken tabiatın ruhunda transandantal (aşkın) olanı görmeye yeltenmiş ve hakikat şuurunu böylece algılama ve nakış nakış işleyebilme iradesine sahip
olmuştur diyebiliriz.
Modern dünyanın son derece mesnetsiz paradigmalarının ardından kendi güzellik ve hakikat algımıza bir göz atalım... Gözümüze ilk çarpan şey Dante'nin İlahi Komedyasının profanlaşmış (kutsallıkla ilişkisi kesilmiş) bir imitasyonu yahut Van Gogh'un 'Ayçiçekleri' tablosunun zamanın geçen yüzüne bakarak solmaya bir replikası olabilir. Çağımızın getirdiği sürat ile gelecek nesillerden ziyade kendi neslimize dahi yetişmeye muvaffak olamamamız, hakikatin güzellikle ilişkisinden ruhlarımızı mahrum bırakmıştır neticesine varabiliriz. Git gide özünden, yani topraktan kopan insan, hakikati son derece süfli bir mecrada aramaya başlamış ve güzellik algısını günden güne yitirmiştir. Plastik ve fonetik sanatlar günümüzde
kısır bir problemin ortasında kalmış ve insanlığın fıtratındaki yaratıcılık körelmeye yüz tutmuştur. Oysa insanın güzellik ve hakikat ile ilişkisi, geleneğe göre insanın yeryüzü ile gökyüzü arasında organik bir köprü olduğuna işaret etmekte ve insan, yaratıcılık hüviyetiyle, yazımızın başında da bahsettiğimiz tabiat aynasından yansıyanı kendi şuuruyla harmanlayabilmektedir.
Günümüzde bir Mimar Sinan'ın, bir Da Vinci'nin, bir Dostoyevski'nin, bir Chopin'in
yetişmemesi yahut ortaya koyulan sanat eserlerinin bir şaheser olarak nitelenmemesi insanlığın sanata yüz çevirmesinden değil, hakikat ile güzelliğin arasındaki kadim bağın yeniden tesis edilememesindendir. Tabiatı, münzevi bir muhayyile kudretinin beslendiği bereketli menbağdan ziyade bir mesire yeri olarak tasnif etmemiz, her sabah günün doğuşunu müşahade etmekten adeta titreyerek uzaklaşmamız ve gecenin ince sükutunu bir türlü yakalayamamamız bizi tabiat aynasından, hakikatten ve güzellikten mahrum kılmıştır. Hiç değilse artık eşyanın, dilin yahut fikrin ardından göz kırpan hakikate tebessüm etmek ve gelecek nesillere hakiki bir eser bırakmak temennisiyle...
YAZAR: Selimcan Yelseli
FOTOĞRAF: tr.wikipedia.org