Köylerin sisli, puslu, sessiz ve bu topraklara yerleşip mıhlanan soğuk havası; ruha dinginlik veren, vücuda dirlik veren kurtuluşun ezgisini güçlü ve müsterih bir ses tonu ile söylemen için çağrıda bulundu sana.

Ölüden medet ummak.

Dilini aramaya başladın köylerde, küçüklüğünde koparılan dilini. Dilini bulmadan söyleyemezdin ya kurtuluşun ezgisini;

çığ gibi sorunları tüye çeviren, kemirici kaygıların şiddetli fırtınasından oluşan tozu, dumanı, alt edilemez, üstesinden gelinemez olan karmaşıklığı bir yaz meltemine çeviren, içindeki soyut bir sonbahar sağanağını, içinde yayıldıkça yayılan, kavurucu ve iştahlı yangını kolayca söndürebilecek ölçüde tesirli hale getiren, güçlü düşünceleri içinde barındıran ve bir ilaç gibi vücutta dolaştıran, eriştiren ve kavuşturan kurtuluşun büyülü ezgisini.

Aradın, taradın, çay bahçelerini arşınladın, köy evine giden patika yolu titizlikle inceledin, kazıdın, eşeledin, bulamadın.

Söylesenize büyükler, nereye koydunuz dilimi? Bir zamanlar çok büyüktünüz, büyükler.


Hemen önümde mi duruyor yoksa?

Bir adım önümde mi?

Elimi uzatsam kavuşabilir miyim?

Ben mi beceriksizim?

Ben mi kalın kafalıyım?

Bir şeyler oluyor ve ben mi ders çıkaramıyorum?

Yol mu bozuk yoksa ben mi topalım?


Bulamadın, çünkü dilin, her zaman olduğu yerde, kurtuluşun ezgisi ise dilinin ucunda. Söyleyemiyorsun, çünkü kurtuluşun ezgisi tiz bir ses gerektirir, maalesef senin ses tellerine set ördüler.

Aşamıyorsun.

Aşamayacaksın.

İyileştiğini hissedeceksin, sadece hissedeceksin; süreğen bir düzelişin varlığına dair bir iz bile olmayacak içinde.