Sevgili Hanımefendiciğim,

Siz bu mektubu okuduğunuzda ben… Siz bu mektubu oku… Ben, yalnızca karşınıza geçip oturduğumda böyle heyecanlandığımı sanıyordum. Oysa size mektup yazarken bile avuçlarımın nasıl terlediğini, parmaklarımın nasıl tir tir titrediğini görseniz bana acırdınız. Halbuki bana karşı duymanızı isteyeceğim en son his acımaktır. Sizin karşınızda acınacak bir konumda olmak herhalde dünyanın en kötü şeyidir. 

Ah hanımefendiciğim! Elime kalemimi almadan önce size yazacaklarımı nereye sığdıracağımı düşünüyordum. Uçsuz bucaksız sayfalar, paragraflar, cümleler… Şu anda ise tek bir kelime bile gelmiyor aklıma. Acaba şu anda neredesiniz? Ne yapıyorsunuz? Bu soruları yanınızdayken de sorardım size. Çünkü siz hiçbir zaman bulunduğunuz yerde olmaz ve meşgul olduğunuz işi yapmazdınız. O dalıp gittiğiniz hayal aleminizde ufak da olsa bir yerim olsun isterdim. En kalabalık anlarda bile etrafınızı dinliyormuş gibi yapar, söylediklerine başınızı sallayarak karşılık verirdiniz. O sırada bambaşka bir dünyaya yolculuğa çıktığınızı bir tek ben fark ederdim. Bu konuda da çok benziyorduk birbirimize. Hayallerimizde yaşıyorduk.  

Fakat şimdi tüm varlığınızla yanımda olmanıza o kadar ihtiyacım var ki. İçimde bir nefret büyüyor hanımefendiciğim. Koca bir nefret… Bana hiçbir kötülüğü dokunmamış insanlar hatta hiç tanımadığım kişiler için intikam planları hazırlıyorum kafamın içinde. İstemsizce yapıyorum bunu. Kendime engel olamıyorum. Hanımefendiciğim! İnsanlardan hala nefret ediyorum. Çok nefret ediyorum. Hani ben hümanisttim. Hani beni tek kelimeyle özetleyecek olsanız “hümanist” derdiniz. Oysa ben kendimi tek kelimeyle özetleyecek olsam “uyumsuz” derim. 

İnsan ilişkilerine ayak uyduramıyorum. Günlerdir kendimi eve kapattım. Olabildiğince okuyor, ölebildiğince yazıyorum. Yaptığım bu söz oyununu gördüğünüzde büyük ihtimalle bana kızacaksınız. Ben bana kızmanıza da razıyım. Yeter ki gelip bana bir tavsiye verin. Bir şey söyleyin. Beni en iyi siz tanırsınız. Kendimi bildim bileli yanımda benden daha baskın karakterli bir insan varsa kendimi geri planda tutar, hiçbir şeye karışmam. Her şeyin kendi kendine hallolmasını seyrederim. Şansa bakın ki her zaman da yanımda benden daha baskın biri olmuştur. Annem, babam, kardeşlerim, arkadaşlarım, siz… Evet siz. Sanırım size “sen” dediğim gün benim miladım olacak. 

Neden böyleyim ben sevgili hanımefendiciğim? Zayıfım, sersemim, satrançta kaybedilen ilk piyon gibiyim. Sabah fırına gidip ekmek aldım. Kasadaki sigara içmekten sararmış, pis bıyıklı adam sert bir üslupla “Kaç ekmek?” diye sordu. “Üç,” dedim. Parayı ödeyip çıktıktan sonra poşette iki ekmek olduğunu fark ettim. Geri dönüp parayı ya da ekmeği alsam mı diye düşündüm. Ya yalan söylediğimi düşünürse dedim sonra. İşte bundan bahsediyorum hanımefendiciğim. Yalnız yaşayan bir adamın üç ekmek alması saçmalığından bahsetmiyorum bile. Acaba evime çıkan yokuşta karşılaştığım adam da aynı şeyi yapmış mıdır? Keşke yapmış olsa. Yanıma gelip “Seninki de bir şey mi be kardeşim, ben bir ekmek alıp dört ekmek parası verdim” dese. 

Her şeyi düşündüm hanımefendiciğim. Her şeyi. Teknolojinin gidebileceği noktaları, bir insanın düşebileceği en rezil durumları, varlığı ve yokluğu, bir şarkının insana hissttirebileceği en yoğun duyguları, geçmişi, geleceği, bir tavuk dönercinin günlük kazanabileceği miktarı, bir politikacının söyleyebileceği en uç yalanları, atanamayan öğretmenleri, mühebbet yemiş bir hapishane mahkumunun kendi içinde neler yaşadığını, aşkı, bir valize kaç gömlek sığacağını, Rus romanlarındaki nihilist karakterleri, bir yazarın en fazla kaç roman yazabileceğini, bir düğünde ortalama kaç şarkı çalındığını…

Kendimi küçümsüyorum hanımefendiciğim. Bir insanın kendi gözünde küçülmesi ne demek bilir misiniz? Bilmezsiniz. Çünkü siz hayatımda tanıdığım en güçlü insansınız. Sözünüzü sakınmaz, hiçbir lafın altında kalmaz, hiçbir tatışmada haksız çıkmazsınız. Siz benim velinimetimsiniz. Şu kainatta ihtiyaç duyduğum yegane şeysiniz. Biliyorum, övülmekten ve pohpohlanmaktan hiç mi hiç hoşlanmazsınız. Ben de hoşlanmam. Özür dilerim, yalan söyledim. Bu konuda benzemiyoruz ne yazık ki. Ben sokakta yürürken bile övülmek istiyorum. Yolda geçen biri yanıma gelip “Beyefendi kusura bakmayın, rahatsız ettim ama gerçekten fevkalade yürüyorsunuz. Gelip tebrik etmek istedim.” desin istiyorum. 

Beni anlıyor musunuz hanımefendiciğim? Elbette anlıyorsunuz. Peki ben neden kendimi anlamıyorum. Bir anda aksileşiyorum. Etrafımdaki insanların söylediklerini anlamıyorum. Anladıklarıma cevap veremiyorum. Sanki herkeste olan bazı özellikler bende yokmuş gibi geliyor. Yani insanlar bazı şeylerin üstesinden hemen geliyor, sorunlara hemen çözüm buluyorlar. Ben aynı problemlerle karşılaşınca kilitlenip kalıyorum. Acaba bundan dolayı tanrıyı suçlamalı mıyım? Yoksa bu kolaya kaçmak mı olur?

Konuşmak istemiyorum hanımefendiciğim. “Bugün ne oldu biliyor musun?” diye başlayan cümleler duymak istemiyorum. Bir düğüne davet edilmek, bir randevuya çıkmak, misafirliğe gitmek ya da misafir ağırlamak istemiyorum. Bir film oynasın, bir şarkı çalsın, bir kitabın sayfaları dönsün usulca, yeter. Fazlasında gözüm yok, yemin ederim gözüm yok. Yoksa var mı? Eğer varsa size bir yalan daha söylemiş oldum. Benim için ne utanç verici bir durum. Belki de ben bunun için dünyaya gönderilmişimdir. Utanmak için. Hani hepimiz dünyadaki bir boşluğu dolduruyorduk? Sevgili hanımefendiciğim! Yoksa… Yoksa siz de bana mı yalan söylediniz? Ama siz yalan söylemezsiniz ki.

Artık neyin doğru neyin yanlış olduğunu anlayamıyorum. Haber kanallarının felaket tellalları şık takım elbiseleriyle son havadisleri vermeye devam ediyor. “Karın tadını gene çocuklar çıkardı,” diyen kel adamı sevmiyorum. Tıpkı her yıl “Son on yılın en büyük kışı kapıda,” diye bağıran kadını sevmediğim gibi. Usulca kanalı değiştiriyorum. “Şimdi de Beşiktaş çarşıdaki balık pazarındayız!” Nasıl olur hanımefendiciğim! Daha yeni eve gelmiştim ben. Hem ben balık sevmem ki. “Sıradaki haberimiz emekli vatandaşlarımızı yakından ilgilendiriyor!” Beni ilgilendiren haberleri ne zaman paylaşacaklar? Zihnime ölümcül darbelerle saldıran düşüncelere ne zaman büyük çaplı bir operasyon başlatılacak? Onuruna, gururuna ve haysiyetine zam bekleyen insanlar ne olacak? Onlara müjdeli bir haber verilmeyecek mi? “Yerde yuvarlanan yavru panda, hayvanat bahçesindeki ziyaretçiler tarafından fark edilince ortaya böyle renkli görüntüler çıktı…” Daha fazla katlanamayacağım hanımefendiciğim. Televizyonun kapatma tuşuna hınçla basıyorum. Sanki bir daha açılmayacakmış gibi. Karşımdaki siyah ekranda kendimi görüyorum. Oysa kendimi görmemek için bugüne kadar bir ayna bile almadım evime. 

Dışarı çıkıp bir pankart açmak istiyorum. Bir slogan atmak istiyorum. İçimde beni durduran, alıkoyan gücü ya da korkuyu yağmur mazgallarına fırlatmak istiyorum. Hayvan hakları için büyük meydanlarda toplanan insan yığınının içinde kendime bir yer bulamaz mıyım sizce? Kürküyle salına salına yürüyenlere bir kez de ben ‘Katil’ diye bağıramaz mıyım? İşçilerin grevinde ben de biraz açlık çekemez miyim? Ne çok soru soruyorum, değil mi? Bağışlayın beni hanımefendiciğim. Benim sizin ve diğer tüm insanların bağışlamasına ihtiyacım var. Akılcılar, materyalistler, varoluşçular, pragmatistler… Umarım bir gün hepsi beni bağışlar. 

Yalnız kalmak istiyorum hanımefendiciğim. Duvara asılı bir tablo gibi. Kaplumbağa terbiyecisindeki kaplumbağalardan biri olup kabuğuma saklanmak istiyorum. Acaba o zamanda beni tanır mısınız?

Nereden geliyor bu kadar gürültü? Bağırma sesleri, kornalar, caz müzik, yükselen uçak, gıcırdayan kapı… Halbuki duymak isteyeceğim tek şey sizin sesiniz. Bana kızdığınız sesiniz, bana şefkat gösteren sesiniz… Lütfen siz hiç susmayın. Siz sustuğunuz takdirde benim bu kulak tırmalayan, kalın ve çirkin sesim yarattığımız büyülü atmosferi yerle bir edecek. Ve kim bilir hangi sesleri bir araya getirerek sizin yüzünüzdeki eşsiz gülümsemeyi elimden alacak. Hayır! Buna hiç kimsenin hakkı yok. Benim bile. 

Daha fazla devam edemeyeceğim hanımefendiciğim! Sizinle konuşmayı beceremediğim gibi yazmayı da beceremiyorum. Bu kadar yazabileceğimi de sanmıyordum aslında. Sizden tek bir isteğim var. Öncelikle sizden bir şey isteme hadsizliğinde bulunduğum için beni affedin. Ve ne olursunuz iyi bir insan olduğuma inanın. En az herkes kadar yalan söyledim, herkes kadar yapmacık davranıp sahte gülümsemelerle dinlemediğim konuşmaları tasdik ettim. En az herkes kadar kötü şeyler düşündüm, herkes kadar önyargılı davrandım. İnsanların hassas noktalarını elimde bir koz olarak tuttum, yasaklar çiğnedim. En az herkes kadar birilerini rahatsız ettim, birilerinin mutsuzluğuyla keyiflendim. En az herkes kadar günahkar, herkes kadar suçluyum. Kendimle gurur duymuyorum. Kendimi sevmediğimi size binlerce kez söylemiştim zaten. 

Sevgili hanımefendiciğim! Ben meçhule giden bir gemiye binmek üzereyim. Kimsenin beni eleştirmeyeceği, yadırgamayacağı ve hatta varlığımı dahi hissedemeyeceği uzak bir diyara… Niye bu kadar uzatıyorum ki. Siz benim nereye gideceğimi bilecek kadar tanıyorsunuz beni. Hoşça kalın sevgili hanımefendiciğim! Beni hep güzel anılarımızla hatırlayın. Ve ne olur sadece iyi bir insan olduğuma inanın.