Fizyolojik gereksinimler, ütülenmiş sancılı düşünceler ve harikulade bir ses tınısı.
İtinayla vücut bulmuş muktedir bir iç çekiş.
Bir gupsenin can çekişi midir bu görülen.
Yoksa latibule bir alanda mıyız şu yelkovanın kırık ucunun gösterdiği kirli ellerimizle.
Kafkavari bir hava var bu ikilemsel olayların arkasında.
Güller, elleri güle değen bir kasım sabahı.
Çul çürüten bir kişi ve parıldayan bir sarnıç.
Hayır! Saçmalamayın İsmail Bey.
Kulaklarınız değil de gözleriniz mi yanıltıyor sizi.
Siz diyorum, ki henüz o samimiyeti yakalayamamışken birlikte.
Dinmeyen ve dinmesi pek mümkün olmayan acılar barındırıyor parmak uçlarımız.
Size diyorum İsmail Bey.
Pek merdümgiriz bir yanınız var.
Mesela kendinizi ilaç deposunun içerisinde küçük bir ilaç olarak düşünürken bile varoluşsal sancılar barındırıyorsunuz.
İhtimaller dahilinde beyninizin sağ lobunu sol lobunuza göre daha bir etkin kullanmakla birlikte çoğu zaman sayıklar vaziyette yatay düzlemde ağrılar hissediyorsunuz.
Uyuşukluk hissetmekle alakalı olsa da bu durum bir itiraz biçimine dönüşüyor.
Bana daha somut örnekler verin der gibisiniz İsmail Bey.
Mesela yatağınızdan kalkmaya, dişlerinizi fırçalamaya, üzerinizi giyinmeye ve işinize gitmeye gibi.
Emeklilik yaşınız gelmiş İsmail Bey.
Üstelik bunun Eyt ile de bir açıklaması yok.
Kulaklarım beni yanıltmıyorsa o da nereden çıktı diyorsunuz.
Bunu ağaran saçlarınız ele verse de yüzünüzdeki beyazımsı kırışıklıklardan anlamlandırmak daha pek mümkün.
Üç çocuk, bize doğru bakıyor.
Bunlar bir mahçubiyet göstergesi midir diye soracaklarsa olsa olsa geçmişe tanıklık geleceğe yön veren insan kalıntılarıdır.
Şimdi bu krallık izbe bir çatı.
İnsanlık her gün dehşetler içinde uyanacakmış hissiyatı, hissiyattan öte gerçeklik olgusu ile örtüşmektedir.
Öyleyse bu roller, o kahrolası biçimsiz, yamuk ve ihtiyatlı roller.
Ne denilebilir ki bu labirentler içinde sonsuz üretme isteğine İsmail Bey.
Bizler ufaldıkça ufalıp yarım yamalak bir halde kendi oyuklarımızda yaşayan ıstakozlarız.
Küçük parkların büyük yıkımlar barındırdığı stressiz yalanlara ortak olunan dinlenme köşe başlarından birindeyiz.
İçinde, olabildiğince tam içinde. Ancak yan yana sıralanmış bir vaziyette.
Kafamızın içinde parkların bize önerecek bir fikirlerinin olup olmadığını sorgularken aklımız bir fil hortumunun nasıl su püskürttüğüne takılıyor.
Alakasız, alakalı olsaydı eğer kayda değer bir an oluşmazdı diyorsun.
İsmail Bey gülüyor.
Sorgu, ahlaki somutlaşma isteği, mekansal ayrışmaların sistematik ve asgari yansıması.
Bir resim çiziyorsun burnu biraz uzunca ancak elleri bir devinim içerisinde.
Seni gösteriyor. Seninle birlikte uyurgezer bir pervanenin kıçı kırık bir düğmesini.
Sahi geçen duydum bizim İsmail Bey vefat etmiş.
Sonradan öğrendim ki
Yorul - muş.
Mahalle ahalisi oralı değil.
Görüntüler, saygın olmayan görüntüler.
Eve gelen misafire gösterilen nezaket fikrinin geç kalınmışlık hissiyatı gibi.
Ziyanı yok olsaydı eğer en fazla biz ziyan olurduk ilk olarak İsmail Bey.
İlk, ilk ve ilikler önlüğünü anaokuluna başlayan üç çocuk.
İlk adımını atarken, ilk fikrini harekete geçirirken, katı surette düşüncelerin ucuna yan basarken sayıklar vaziyette.
Bazen duvarları yıkmak korunmaktır derler.
Kim? İtiraz.
Korunaklı duvarların yalansallığı.
Oysa " Korunaklı duvarları yıkmak" deyimi bir masal kahramanının dizeleridir.
Neyse ki, herşeye rağmen kocaman bir gövdenin içerisinde ince ipten asılı düşünceler yalınayak vaziyettedir.
Sen ve seninle birlikte bizler dikkatlice, istiklal bekçisi havasında ve daha da ötesi bir yudum akan suyun bin nehre dönüşeceğini bilerek ve adımlayarak attık İsmail Beyin bu şanlı evsizliğinin betonarme yapısallığını.