Bu hikaye, tik tak atan saatten kalbiyle Jack'in hikayesi. Saatinin içinde bir guguk kuşu doğdu, büyüdü, günün birinde aşık oldu ve aşık olduktan kısa bir süre sonra öldü. Ömrü kısa sürdü çünkü yirmi yıllık ömründen geriye kalan yıllarını tek bir öpücük uğruna feda etmişti.
Film, 1974 yılının karlı bir gününde Edinburgh'ta, Jack henüz annesinin karnındayken başlıyor. Anne karnındaki Jack dünyaya gözlerini açmak üzereyken annesinin tek şansı kasabalılar tarafından cadı olarak bilinen ancak işin aslında iyi kalpli bir şifacı olan Madeleine'den yardım istemek. Hakeza Madeleine çaresiz kadına yardım ederek annenin umutlarını boşa çıkarmıyor.
Jack topu topu yirmi yıl sürecek olan kısa ömrünü yaşamak üzere hayata gözlerini açtığında bu çelimsiz bebeğin göğüs kafesine elini koyan Madeleine, aniden bebeğin soğuk kalbinin farkına varıyor. Meğerse çaresiz anne o kadar uzun süre soğukta kalmış ki, bebeğinin kalbi buz tutmuş henüz doğmadan önce.
Bebeğin donmuş bir kalp ile birkaç saatten fazla yaşayamayacağını bilen Madeleine, iş görmez bir kalbin yerine geçebilecek şeyleri düşünmeye başlıyor hemen. Bu şey neden bir saat olmasın? Evet belki guguk kuşlu saat, sıcak bir kalbin yerini tam anlamıyla dolduramaz ancak en azından bebeğin yaşamasına olanak sağlayabilir. Tabii bebeğin elinden tüm duygularının zorla alındığı, içinde olup bitenlerden ve hislerinden tamamen ayrışmak zorunda olduğu bir yaşama, ne kadar yaşamak denilebilirse.
Bebeğin saatten kalbinden tik tak sesleri duyulmaya başladığında Madeleine, bebeği üç hususta uyarıyor: Birincisi, saati ile asla oynamamalı; ikincisi, kolay kolay sinirlenmemelidir. Üçüncüsü ve en önemlisi ise, günün birinde asla ama asla aşkın büyüsüne kapılmamalıdır. Çünkü gerçek aşkın ağırlığı sıcak bir kalbi bile paramparça edebilecek güçteyken; bebeğin guguk kuşu kalbi, bu ağırlığa dayanamaz.
Eğer sonsuza dek dev bir buz kalıbına dönüşmek istemiyorsan uyman gereken 3 kural var. Birincisi, asla kalbindeki saatin kollarına dokunma. İkincisi, sakın sinirlenme. Üçüncüsü ve en önemlisi ise, ne yaparsan yap asla aşık olma. Eğer aşık olursan ve kalbindeki çark dönmeye başlarsa; yelkovan derini parçalar, kemiklerin içine çöker, yayların fırlar ve guguk kuşu kalbin atamaz hale gelir.
Çaresiz kadın, kendisinden iyi bir anne olmayacağını düşünerek bebeğini Madeleine'e emanet ederek kasabayı terk eder. Yıllar geçtikçe her geçen gün guguk kuşu kalpli çocuğa sevgisi artan Madeleine, bir yandan da derin bir üzüntü duymaktadır. Çünkü çocuğa taktığı saatten kalbin aşık olmaya değil, aşkın açacağı yarayla yaşamaya engel olacağının farkındadır.
Aşk, herkesin ruhunu paramparça ettiği gibi günün birinde Jack'in ruhu için de gelecek, ancak parçalanış çocuğun yalnızca ruhuyla sınırlı kalmayacaktır bu sefer. Narin bedenini taşıyan saatten kalbi, ruhunun parçalara ayrılışını kaldıramayacak ve çareyi durmakta bulacaktır. Guguk kuşu, ölecektir.
Günler günleri kovalayıp da Jack on dört yaşına bastığında, saatten kalbi kasabanın ortasında, kadife kadar güzel bir sese doğru çekilir. Çekildiği bu ses, çocuk için hem yaşamın hem de ölümün başlangıcı olacaktır oysaki, ama o bundan habersizdir. Ses Acacia'ya aittir, bu sırada hiç bilmeden Jack'in kaderini çizen o şarkıyı söylemektedir:
"tek gördüğüm, yıldızlardır.
sonra ani bir şaşkınlıkla dolarım,
gözlerim beni caddenin ucuna doğru yoldan çıkartır.
bakmaya cesaret edemem,
ne güneşe ne de gökyüzüne."
Zamanında soğuk, nasıl Jack'ten kalbini aldıysa, Acacia'dan da gözlerini almıştır. Geçmişte gözyaşlarına kadar gözlerini donduran soğuğun bıraktığı hasardan sonra her şey ayırt edemeyeceği kadar fludur Acacia için. Evet belki göremez, tanıyamaz ama şarkısına eşlik eden o büyülü sese çekilmesine engel değildir görmeyen gözleri:
"rehberin olmak istiyorum,
izin ver gözlerin olayım,
sen de benim alevim.
karanlıkta için için yanan bir köz gibisin
bu közden kıvılcımlar yükselecek.
kalbimdeki saat gece yarısını gösterdiğinde,
ikimiz de alev alacağız."
Sesleri; ikisini görünmez hayali bir tel ile bağlayıp da Jack ile Acacia'nın yüzlerini birbirlerine yaklaştırdığında, dünya durmuş gibidir sanki, yeryüzünde sadece ikisi vardır adeta. Birden yağmur yağmaya başlar sonra, Jack'in guguk kuşu ötmeye başlar, saatinin tik takları artar. Elbette Acacia o zamanlar, tik tak sesine karışmış guguk kuşu sesinin aşık bir kalbin göstergesi olabileceğinden habersizdir. Yine de yağmur sesiyle birleşmiş guguk kuşunun tınısı, genç kızın yıllarca zihninden çıkmayacak, onu dünyanın neresinde olursa olsun hep ilk ve son aşkına çekecektir.
Islanmayı sevmem fakat yağmurun sesini severim. Bayan Acacia, farkında mısınız şiddetli bir fırtına geliyor, manyetik bir fırtına.
Sonra Jack; aşkın, manyetik fırtınanın etkisine dayanamaz daha fazla. Manyetik fırtına, guguk kuşunu yere yığar. İşte en sonunda Madeleine'in korktuğu olmuştur; aşk, guguk kuşunu avucunun içine almış, saatten kalbiyle acımasızca oynamaya başlamıştır. Acacia hiçbir şeyin farkında değildir bu sırada, gözlerinin flu bakış açısı ondan olup biten her şeyi saklamaktadır çünkü.
Kalbin ağrıyor mu? Yağmurun altında hissettiğin acıyı yüzle çarpsan dahi aşkın hissettireceklerini tahmin edemezsin. Aşk ne kadar büyürse sana vereceği acı da o denli artar. İlk önce yeri doldurulamayacak bir boşlukla başlar, ardından kıskançlık sızıları gelir ve sonra anlaşılmama, reddedilme, ıstırap. Hassas mekanik kalbin buna dayanamaz, fazla ısınır ve patlar. Bundan eminim çünkü onu sana ben taktım. Bir tek öpücük, dudaklarına ufacık bir temas onu paramparça eder. Sonra da mezarında papatyalar açar.
Bu kısacık an, ikilinin son görüşmeleridir oysaki, guguk kuşu ne kadar ararsa arasın manyetik fırtınasını bir daha Edinburgh'ta bulamayacaktır. Manyetik fırtınanın kendisinden günbegün uzaklaştığından habersiz, kendisini onarmaya çalışacaktır sadece.
Seneler geçip de küçük çelimsiz çocuk bir yetişkin olduğunda, guguk kuşu kalbi hala Acacia için atmaktadır. Manyetik fırtınasını bulabilme ümidi ile tüm dünyayı karış karış dolaşmaya başlar sonra guguk kuşu. En nihayetinde günün birinde, Endülüs'te bir sirkteyken, kulağına on dört yaşında duyduğu o aynı kadifemsi melodi gelir. Manyetik fırtına yeniden esmeye, saatten kalp tik tak atmaya, guguk kuşu tekrardan ötmeye başlamıştır artık.
Aynı şarkı yıllar önce olduğu gibi şimdi de iki kalbi birbirine bağlamıştır ancak bu sırada Acacia'nın soğuktan önemini yitiren gözleri, yıllar önce Edinburgh'ta görüp de aklından çıkaramadığı o çelimsiz çocuğun yanı başında olduğunu kendisinden saklamakta, Jack'i bir yabancı gibi görmektedir. Yine de göremeyen gözlerine rağmen manyetik fırtına; tik tak atan kalp ve guguk kuşunun sesiyle, Acacia'yı da fark ettirmeden etkisi altına almıştır. Acacia bu sesleri her duyduğunda geçmişe, geçmişte kalan özel bir ana gitmekte, bu sayede nedensizce Jack'e çekilmektedir bir yandan kalbindeki kıpırtıya anlam veremeyerek.
Onu ilk defa gözlüksüzken gördüm, şarkı söylüyordum. Belki bir daha karşılaşsak onu tanıyamam ama, kalbim sadece ona aittir. Edinburgh'ta yağmurlu bir gündü, belki de bu yüzden yağmur sesi en sevdiğim melodi. Kendi kendime şarkı söylüyordum, sonra beraber söylemeye başladık. Çarpıştık, belki de dans ettik. Kendi dünyamızdaydık, hiç bu kadar tamamlanmış hissetmemiştim. Bu his, gerçek mutluluktu.
Guguk kuşu bir kez daha ötüp de yağmur sesi toprak kokusuyla guguk kuşuna eşlik ettiğinde, Acacia yıllardır aşık olduğu o sesin, karşısında duran bedene ait olduğunu anlar. Yıllardır dünyanın farklı köşelerinde, günün birinde birbirlerini bulabilme ümidi ile yaşayan iki beden, artık yan yanadır. İki kalbi birbirine bağlayan hayali tel en sonunda aşka ulaşmıştır, ne var ki kopuvermesi de bir o kadar yakındır.
Çok geçmeden Acacia, saatten kalbin atmaya devam edebilmesi için gerekli olan üç şartı öğrenir. Anlar ki kendisine günbegün can veren bu aşk, günün birinde canice, saatten kalbin canını almaya gelecektir. Saatten kalbi, kendi aşkını hiçe sayarak guguk kuşuna bir yaşam armağan edecek kadar çok seven Acacia; Jack ile ateş ve barut gibi olduklarını anlar, yan yana olmaları henüz doğdukları an yasaklanmıştır. Acacia aşkına rağmen terk eder saatten kalbi; ne var ki guguk kuşunun ölümünü hiçbir fedakarlık erteleyemeyecektir.
Ayrılık, Jack'in saatten kalbine ağır gelir. Tik tak sesleri düzensizleşmeye başlamış, guguk kuşu yorgun düşmüş, saatten kalp bedenine eskisi gibi kan pompalayamaz olmuştur artık. Jack karar vermiştir, yeniden Edinburgh'a Madeleine'in yanına dönecek, ve bir daha asla aşık olmayacaktır. Aşkın kendisine sadece hüzün ve ölüm verebileceğini anlamıştır Jack, ve artık aşk peşinde koşamayacak kadar yorgundur.
Acacia, ayrılıktan sonra saatten kalbin tik taklarının nasıl düzensizleştiğini öğrendiğinde, Edinburgh'a guguk kuşunu yeniden bulabilmek ümidiyle Jack'in peşinden gider. Onu bulduğunda Jack, aynı doğduğu günkü kadar soğuk ve karlı bir günde, Madeleine'in mezarı başında ağlamaktadır. Jack manyetik fırtınası uğruna dünyayı karış karış dolaşırken, Madeleine çoktan ölmüştür. Saatten kalbinin uğruna attığı kimse kalmamıştır şimdi hayatta.
Tik taklar iyice düzensizleşmiştir artık, guguk kuşu bilmektedir ki yirmi yıllık kısa ömründen geriye fazla zamanı kalmamıştır. Yine de Acacia, son bir umut cebinden saatin anahtarını çıkartır, guguk kuşunun bir süre daha yaşayabilmesi için. Jack ise fırlatır kalbinin anahtarını, bu sayede ilk öpücüğünün ardından gelmesi kesin olan ölümünün tek sorumlusu kendisi olacaktır. Şimdi tek umduğu, nicedir kendisine yasaklanmış olan öpücüktür.
Anahtarla kurulup bir ihtimal yeniden düzenle atmaya başlayan kalbi sayesinde yaşama yeniden tutunabilse dahi, bu hayat Acacia ve Madeleine'den, aşk ve sevgiden uzak bir hayat olacaktır. Bu yüzden yasaklı ilk öpücüğü ile dolacak birkaç saniyeyi, Acacia'sız geçirmek zorunda kalacağı koca bir ömre tercih eder Jack. Bir diğer deyişle ölüm öpücüğünün geri kalan tüm ömrünü ele geçirmesine göz yumar.
Ölüm öpücüğü yaklaşırken, sözleri cennete tırmanmakla alakalı olan bir şarkı çalmaya başlar, aralarındaki görünmez hayali tel şimdi en gergin halindedir. Guguk kuşu son kez öter, son tik taklar duyulur dudaklar birbirine ilk kez dokunduğunda.
"benim küçük bebeğim,
gökyüzüne tırmanmak ne kadar romantik olabilir?
seni tekrar ve tekrar seviyorum.
bak bu sefer gerçekten ölüyüm.
gökyüzüne tırmanmak nasıl bu kadar romantik olabilir,
söylesene?"
Dünya önce yavaşlar, sonra tamamen durur. Guguk kuşu ötmeyi bırakmıştır artık, tik taklar yerini sessizliğe bırakmıştır. Jack, son kez Acacia'nın yüzüne baktıktan sonra havada asılı kalmış kar taneleri ile gökyüzüne, cennetine tırmanmaya başlar. Acacia yıllar önce aynı böyle karlı bir günde kaybetmiştir gözlerini, şimdiyse soğuk ondan ilk ve son aşkını almıştır. Saatten kalbin karlı bir günde başlayan hikayesi, yine karlı bir günde son bulmuştur. Ancak en çok istediği şeye sahiptir artık, gerçek aşka. Gerçek aşkın hiç tik tak sesleri ile bir arada bulunamamış olması ne acıdır.
Bayan Acacia, evet takma kalbim size olan aşkımı engelliyor. Ama aşkım sahici, evet asla aşık olmamam gerekiyordu ama yine de... Kalbimi size verdim. Sizi şarkı söylerken ilk gördüğüm an, hayatta ilk defa ayaklarım yerden kesildi. Sizi aramaktan bir an bile vazgeçmedim. Benim cesur hissetmemi sağladınız, sizin için hep çılgınca şeyler yapmak istedim. Belki kalbim değil ama aşkım sahici Bayan Acacia.
Jack et la Mecanique du Coeur, müzikal bir Fransız filmi. Her şarkısı, her melodisi o kadar güzel ve özel ki, ilk izlediğim günden beri tekrar tekrar dinliyorum hepsini.
Filme hakim olan soluk renkler, seslendirmeler, Fransızcanın tınısı, şarkılar, melodiler, karakterler, gerçekçi olmayan detayların gerçek dünyaya gerçekmişçesine gözü yormadan tutturuluşu... Her şey o kadar güzel ki... Mutlu bir son bekliyoruz ancak öyle olmuyor. Yine de belki mutsuz sandığımız bu son, guguk kuşu için mutlu bir sondur.
Gerçekçi olmayan senaryolar, kaynağını hep bildik hislerimizden alıyor gibi gelir bana. Evet; hiçbirimizin saatten bir kalbi olmamıştır, bir öpücük hiçbirimizin ölümüne sebep olmayacaktır belki ama, bence herkes aşkın ağırlığıyla parçalanmıştır geçmişte. Ve her yeni aşk, içimizde yeni bir şeylere can verirken, bir yandan da içimizde bir şeylerin ölümü olmuştur.
Bazen ayrılıklar, insana uzun süre içinden söküp atamayacağı huzurlu bir melankoli hissi verir. Melankoli, sevilen birinden ayrı düşüyor olmanın acısından alır kaynağını, huzur ise bu kişi ile asla beraber olamayacağınız gerçeğini çok iyi biliyor oluşunuzdan. Birbirini her geçen gün eriten iki kişi, birbirlerini ne kadar severlerse sevsinler, vedalaşmaktan başka ne yapabilirler ki?
Ayrılıklar huzur da verir bazen, çünkü aşkı besleyen yan yana olmak değildir sadece. Bazen, çok eskilerde kalana aşıktır insan, kaynağını nereden alır ki bu aşk eğer beraberlikten almıyorsa? Ben de bilmiyorum. Tek bildiğim, bazı duyguların hiç eksilmeyip günbegün ruhunuza işlediği, ama bunun eskisi kadar can yakmadığı.
Guguk kuşu doğdu, büyüdü ve günün birinde aşık oldu. Aşık olduktan kısa bir süre sonra da öldü. Ömrü kısa sürdü çünkü yirmi yıllık ömründen geriye kalan yıllarını tek bir öpücük uğruna feda etmişti.