En küçük anımda yazıyorum, yazmadığım zamanlar yazmayı düşlüyorum. Yazmak, elime fotoğraf makinesi alıp anıları biriktirmek gibi duygularımı kağıda dökmek, nefes almak gibi anlıyor musun Jack. Yürürken, yalnızlığımda ve benliğimde hep bir kelime var; oradalar, gördüğüm şeylere tutunan gerçeklikten çok yarattıklarımın gölgeleri. Bu dünya tek başına sıkıcı. Üstünü silip karalamalı, yok etmeli. Bunda iyiyim.
Düşünceler de var olan bir karartı. Biraz uzakta, görüyor musun, dişleri çarpık kırık arkaları, saçları yağlanmış dışarıdan nasıl gözüktüğünü siklemeyen bir bunaltı. Karanlıkta esen rüzgara var biraz hürmeti, sokakta yürürken ıhlamur kokan ağaçlara var. Kaldırımlar kirli ve tozlu. Tabanlar aşınmış. İnsanlar gülüyor. Dilenciler espriyi anlamamış gibi. Birisi anlatsın onlara jack; ciddi olmayan bir trajedinin içinde dans ettiklerini, akıttıkları gözyaşlarından vergi alınacak, aptal suratlarınızı görmek istemiyor hiç kimse, anla artık.
Kafede bir uğultu var. İnsanlar hep sıkılıyor kendilerinden, kendilerine kahve ısmarlayan gürültüler var. Ne dediklerini duyamıyorum bile. Arkadaşlarımın anlatacakları var; orada değilim bile. Bende sadece kelimeler ve kelimeler var. Hislerim, ölü soğukluk, neşeli haykırışlara karışmış melankoli yalnızlığım. Hepsi gürültü. Yakmak istediğim tek şey sigara değil Jack. Bunu biliyorsun.
Şehir de bugün dumanlar yükseldi, elimde bir avuç maskeler, gülümseyemiyorum müşterilere maskeler çatırdıyor Jack. Onlar iştahla yedi. Gözlerinde meraklı bakışlar sirenlerle yol alan ruhlara kaydı. İçimdeki merak ölmüş Jack.
Merakın ölmediği anılarım var. Kirlenmiş ve utanç taşıyor. Uzun otların arasına terk edilmiş konteynırları hatırlıyorum; eski mi eski, renkleri canlı hala hatıramda, üstünden atlarken diğerine, yırtık ayakkabılarımdan çıkan sesi biliyorum. Kahkahalar vardı orada ve uzun otlar; arasında koşuyoruz, her cuma tepemizde arı gibi ucan helikopterin gölgesini yakalamak için, sırtımızda terler vardı Jack.
Kirli oyunlar vardı bir de Jack. Ben küçüktüm. Bana yanlış yaptın dendi, ne yaptığımı bilmeden. Babamın kıllı sert elleri hatırlattı bana bunu. Neden şimdi aklımda? Annemin utanç dolu bakışları, akşam serinliğinde çekiştirdiği hayal kırıklığı ruhumda. Geriye, anılarımdan kaçmaya çalıştığım ben kaldım geriye Jack. Bana öyle söylendi.
Hafızamın bu kadar keskin olmasına öfkem yok. Sadece oradalar, kimseye anlatmadığım sessizliğim, birisine fısıldadığım benliğim. Uzun süre ret ettim. Yokmuş gibi, ben gibileri severim.
Şehir yanarken, birileri gülerken ve ağlarken ben burada değilim. Kelimelerin arasına gizlenmiş yabancı; bu bir saklambaç değil dimi Jack? Ben hep kötü oynardım. Karanlıktan korkmazdım, sokakta kimsenin cesaret edemediği siyahlar örtüsüne gizlenirdim ama sıkılırdım Jack; birisi beni görsün isterdim. Kaybederdim hep. Birisi beni görsün.
Şimdi hiç kimse beni görmesin istiyorum, sıcak havada giydiğim renkli ceketimi kimse fark etmesin dileğim, yanlarından geçmek, bir görüntü bile olmak istemiyorum. Kimseyle tanışmak değil arzum, arkadaşlarımla uzaklara da gitmek değil. Yarın tek dileğim sahilde, güneşin altında sıcak şarabımı içerken kitap okumak. Onlar viski içecek ben ucuz şarap, onlar kıllarını aldı, göğsümde bir orman büyüttüm ben, barlar da kafayı bulmak var akıllarında, sahilde, gece ay parlarken dalga sessiyle yürümek var benim gönlümde; beni rahat bırakacaksınız diye tehditlerim var benim, ne bok yaparsanız yapın, beni rahat bırakacaksınız dedim. Dalgaların sesi ve ucuz şarap, isteğim bu anlıyor musun?
Dışarıda, uzakta, orada ya da bu kişide bir şey yok. Bunu uzun zaman önce kabul ettim; ellerimi uzatıp merak ettiğim her şey hayal kırıklığı kendimde. Birinin elini tuttum kafi bana. Onla uluduk dağlarda, yetti bana. Diğerleri cehenneme gitsin, umurumda değil Jack.
Artık bazıları umurumda değil, ailem umurumda değil, annem aramıştı hala dönmedim, ablam arayınca acaba babam mı öldü diye merak ettim hep duygusuzca; ablam pek sık aramaz Jack. Başkalarına söyleyecek kelimem yok, sağlam esprilerim, zeki kelamlarım ve cool kişiliğim. Hepsi sahteydi, üstüne toprak attım. Duş aldım, çatalımdaki kılları kestim, sakalımı kesmem gerekirken ben sana yazıyorum, çantamın içi hala boş.
Yarın bazılarına tatil, bu kelimeyi hiç sevmem. Başka sevmediğim kelimler şunlar: ekmek parası, mayo, eski toprak, abi, baba, selam... Hepsini yakmalı... Yarın benim için başka bir gün, sadece, içinde kumsalı aşındıran dalga seslerine olan özlemim olacak. Herkes başkası iken kendimle olan yalnızlığım peşime takılacak. Yarın başka bir gün anlıyor musun. Diğer insanlarla tanışmayacağım, onların selamından ve bakışından da kaçacağım, arkadaşlarıma bile zamanım yok, hepsi benden uzak dursun, bozuk gözlerle denizi izlemek istiyorum. Belki, tembel yanım pek tembel olmazsa eğer, güneşi, mavi boyanmış ufkun tepesinde kızıla çalarken yakalamak dileğim. Belki fotoğrafını çekerim, sessizce uykulu gözlerle izlerim, sigara yakıp onu düşünürüm. Onu düşünmek hep bir huzur.
Kalabalık, insan sesleri ve atılan kahkahaları duymak canımı sıkıyor, tatlı bebekler falan filan. Dışardaki insanlar hep ilgi çekici, hep bir hikaye ile oradalar ve ben hiç bir şey istemiyorum onlardan diğerlerinin aksine, içimde biraz tiksinti var hatta onlara karşı. Kontrol edemediğim bir uzaklaşma hali içinde kaçma dürtüsü ve görülmeme isteği yakıyor benliğimi. Keşke, küçükken yorganı üstüme çekip kabuslarımdan kurtulduğum gibi kurtulabilseydim insanlardan.
Puf!