“Jahyr Sağlık Tüpleriyle Ölümsüzlüğe Bir Adım Daha”
“Şu en büyük binaya sapladıkları koca ekranı gördün mü Cox? Ölümsüzlük falan diyor. Buldular mı acaba gerçekten ölümsüzlüğü?”
“Uzun zamandır üzerinde çalıştıkları proje o. Tüpün içerisine sokuyorlar seni, birkaç tuşa bastıktan sonra nerende arıza varsa hemen iyileştiriyor.”
“Cox! Bu harika! Belki sana yeni bir kol da yapabilirler demek oluyor bu.”
Dünyayı enine doğru genişletmenin sınırına ulaştığımız zamanlarda her şeyin bittiğini, artık bu gezegene sığamayacağımızı düşünmüştük. Ancak bin yıllar öncesinde buzul çağını bile atlatabilmiş olan insanlık buna da bir çözüm getirebildi. Enine genişleyemiyorsan yüksel! Yüzlerce metre uzunluğunda, kocaman binaların gökyüzünü deldiği, insanların, toprağın ne olduğunu unuttuğu bir dünya artık burası… Statünüz, gökyüzüne ne kadar yakın olabileceğinizi belirler. Durum böyle olunca, gözler hep yükseklerde, gelişmeler hep en tepeye yönelik olur. Binalar yükseldikçe, yeryüzünün tabanı yavaşça unutulur... Kafamızı yukarıya kaldırıp baktığımızda göremediğimiz o insanlar, her şeyin mekanik yaratıklarla yapıldığı lüks hayatlarını yaşarken, bizler burada, toprağın üzerinde –topraktan geriye ne kaldıysa- onların atıkları arasında nefes almaya çalışıyoruz. Kimimiz metal eşyaları toplayıp geri dönüşüme satıyor, -bir gün yetecek kadar yiyecek ve bu dünyaya katlanabilmesini sağlayacak içki karşılığında- şanslı olanlarımız birkaç kat yukarıda bulunan üretim alanlarında robotlardan arta kalan işleri yapıyorlar. Soludukları gazların onları on sene içerisinde öldüreceğini bildikleri halde neden bu işi yapıyorlar biliyor musunuz? Çünkü bu cehennemden kurtulmak istiyorlar. Hala inançları var! Eğer altı sene boyunca birikim yapabilirlerse, sokaklardan kurtulup birkaç kat yukarıdan yaşayacak bir yer alabilirler. -Henüz başarabileni görmedim- Kimilerimiz tezgahlar açıp sahip oldukları şeyleri takas ederek yaşamlarına devam ediyorlar. İri gövdeli, pek de akıllı olmayan arkadaşlarımız güvenliğimizden sorumlular. Cox gibi akıllı olanlarsa toplu bir biçimde karar almamızı sağlıyorlar. Mesela üç sene kadar önce, yıllardır kullanılmayan direklerin üzerindeki lambaları aktif hale getirmeleri için devlete başvurdular. Devlet de bize antika gaz lambaları ve yıllardır kullanmadıkları gaz stoklarından verdi. Sokaklar artık ışıl ışıl. Cox savaştan önce dünyaca tanınan bir müzisyenmiş. Eline kemanını aldığında, karşısındakiler saatlerce kıpırdayamadan kalırlarmış. Müziğini bitirdikten sonra bile… Büyük savaşta kolunu kaybettikten sonra bir daha keman alamamış tabii eline. Onu hayata bağlayan tek şeyi kaybettikten sonra yavaşça alt katlara düşmeye başlamış. Günden güne biten parası en sonunda aramıza kadar getirdi onu. Bizler başlangıçta hiç tanımıyorduk Cox’u. Kendi de hiç söylememişti. Az ve doğru konuşur Cox. Kendini anlatmayı da pek sevmez. Biz de Meryn aramıza katıldığında öğrendik her şeyi. Meryn, nükleer başlıklı silah çalmış bir mafyadan. Kaçıp aramıza geldi, saklanmak için. Bizler burada her aradığımızı bulabiliriz ancak yukarıda yaşayanlar burada hiçbir şey bulamazlar. Mafyanın başındaki adam Cox’un ağabeyiymiş. Onun üzerinden Cox’u öğrendik sonra da onun hikayesini…
“Cox! Hemen konuşmalıyız. Şu sağlık tüpünün ne olduğunu öğrendim.”
“Ben sana anlatmıştım ya zaten ne olduğunu.”
“Öyle değil. Ona nasıl ulaşacağımızı öğrendim. Aslına bakarsan sadece en alt için kullanılıyormuş şu an. İnanabiliyor musun? Devlet, ışıklardan sonra sağlığımızı da düşünmeye başladı. Adım gibi eminim, hepimizi iyileştirip üst katlarda iş verecekler. E tabii, çalışan insan azaldı, herkes üst katlara doğru tırmanıyor. Artık bizim de tırmanma vaktimiz geldi Cox! Kayıt olup sıraya giriyormuşsun. Her ay beş kişiyi çağırıyorlar ve tedavi ediyorlarmış. Karşılığında da bir süre para vermeden çalıştırıyorlarmış. Buna değer Cox! Tekrar keman çalabileceksin! Kalk, hemen gidiyoruz ve kaydını yaptırıyoruz.”
“Biz umurlarında falan değiliz. Sadece bizden kurtulmaya çalışıyorlar. Onların gözünde, içinden kablolar fırlamış bu ekranlardan farklı değiliz.”
“İtiraz kabul etmiyorum. Hem söyle bana. Yapacak daha iyi bir işin var mı? Bundan sonraki hayatın için daha makul bir planın… Tekrar keman çalacaksın. Bunun ne demek olduğunu anlayamıyor musun? Tekrar yükseleceksin demek! Tekrar üst katlara çıkacaksın. Tekrar hipnotize edeceksin onları. Seni sevecekler, saygı duyacaklar. Herkes tekrar hatırlayacak seni.”
“Haklısın. Yapacak daha iyi bir şeyim yok. Sonunda ölüm bile olsa, burada ölümü beklemektense, ölüme gitmeyi tercih ederim. Nasıl olsa bana sıra gelene kadar foyaları ortaya çıkar.”
Geçen bir ayın ardından gerçekten de beş kişiyi götürdüler. Bizi kandırmıyorlarmış. O beş kişi, buradan yukarı baktıklarında gözleriyle bile göremeyecekleri, hayatları boyunca erişmeyi hayal bile edemeyecekleri yüksekliğe çıktılar. Hem de hiçbir çaba sarf etmeden. Ben de başvurdum. Sağlık problemim olduğu için değil, bir robot kadar sağlıklıyım. Ancak o yüksekliğe bir kez olsun adım atmak… Belki güneş… Belki güneşin bile göründüğü kadar yüksektedir sağlık merkezi.
Uzun zaman oldu. Her ay, beş kişiyi aldılar yukarıya, söz verdikleri gibi. Ve onlar arasından hiç kimse geri dönmedi, söz verdikleri gibi. Cox’a henüz sıra gelmedi. Benimki bir heves ancak onun ihtiyacı var. Onun, hiçbirimizin hayal bile edemeyeceği başarılara uzanabilme şansı var. Sadece bir kolu kısa kalıyor…
Hepimiz meydana toplanmış, hevesle isimlerin okunmasını bekliyoruz. Kimimiz yapacak başka bir işi olmadığı için burada, kimimiz heyecandan tırnaklarını yiyor. Robotlar birazdan isimleri okuyacak ve beş kişiyi alıp yukarıya götürecekler. Bu sefaletten kurtarıp yeni hayatlar bahşedecekler. Biz sokak insanlarının sonunu getiren bu robotlar, şimdi kurtarıcımız oldular. Ne kadar ironik değil mi?
Uçan bir aracın içerisinde başladı yolculuğumuz. Cox, ben ve üç kişi daha. Cox’un burada olmasına o kadar seviniyorum ki. Ancak yalan söyleyemem, kendim için daha çok seviniyorum. Bana çok kızacaklar muhtemelen. Madem sağlıklıydın, niye muhtaç insanların hakkını yedin diyecekler. İş vermeyip aşağıya geri yollayacaklar. Olsun. Yukarıda olmanın nasıl bir his olduğunu öğrenmiş olacağım.
Beklediğimden daha yükseğe çıktık. Sevinçten yerimde duramaz oldum. Cox hala suskun ve sakindi. Hüzünlü bir şekilde, kafasını cama dayamış dışarısını izliyordu. Eski hayatına uzaktan bakıyormuş gibi… Arada bir gözündeki yaşları siliyor ve yerinde olmayan koluna dokunuyordu.
Her yeri turuncu olan bir binaya girdik. Yerler, tavanlar, duvarlar, makineler, robotlar, insanların kıyafetleri… Her şey turuncuydu. Ellerimizde ve ayaklarımızda bulunan kelepçeler, kurtulabileceğimiz kadar gevşek değildi. Bu, aşağıdan yukarıya çıkan her insana uygulanan standart bir prosedür. Kim olursanız, ne amaçla çıkmış olursanız olun, kelepçesiz yukarıya adım atamazsınız. Ta ki onlar çıkarana dek…
Kapıya yanaştık. Önünde bir kadın, elinde dosyalarla bekliyordu. Yüzünde yapmacık bir gülümseme ve aynı sahtelikte kibarlık vardı. Robotlarla bu kadar uzun süre geçirmiş olması onu da mekanik bir insana çevirmişti sanki.
“Af edersiniz… Bir şey sorabilir miyim? Neden her şey turuncu burada?”
“Hoş geldiniz. Çünkü turuncu güneşin rengidir.”
“Buradan görünür mü ki güneş?”
“Sadece batarken…”
Bir anda yüzündeki gülümseme kaybolup yerini aşırı ciddi bir ifadeye bıraktı. Elindeki dosyaları sert bir şekilde kaldırıp, oldukça mekanik hareketlerle okumaya başladı. İçine girebilmek için onlarca şifrenin yazıldığı, göz taramaları, parmak izleri, kan örnekleri verdiği kapıdan içeri ilk giren Cox ya da ben değildim. Onun bir an önce koluna kavuşması için yanıp tutuşuyordum resmen.
Kapı kapanırken içeriye göz atmaya çalıştım. Kocaman, yatay bir tüp, arkasında büyük bir tanker duruyordu. Birbirlerine geniş borularla bağlıydılar. Etraflarında turuncu kıyafetler giymiş doktorlar ve birkaç robot vardı. Kapının her açılışında içerisini incelemeye çalıştım. Her yer kan içindeydi. Bir anda kadın, yine o mekanik sesiyle söze başladı ve Cox’u çağırdı. Cox, arabada yüzüne takındığı o hüznü hala koruyordu. Ölümüne giden bir idam mahkumu gibi kafası yerde, adımları yavaştı. Bana doğru döndü. Üzgün ve acıyan bir ifadeyle baktı gözlerime.
“Söyleyemedim, affet. Bu son anlar. Bak, güneş batıyor. Çocukluk hayalini gerçekleştirdin. Üzgünüm… Benim kaderimdi, senin de katılacağını bilemedim.”
Kapı açıldı, Cox içeriye girdi. Ne demek istediğini anlamaya çalışırken gözüm pencereye takıldı. Şimdi her yer daha bir turuncu olmuştu. İçeriden bir çığlık sesi geldi. Kadın gülümsedi. Kağıdı yukarıya kaldırdı, mekanik yüzünü takındı.
“Burada isim yazmıyor. Bu sembol sen misin? Nedir bu?”
“Sokakta doğanlara isim verilmez. Her birimizin sembolü olur. Hem… Çok özür dilerim ama benim söylemem gereken bir şey var. Ben gayet sağlıklıyım… Sadece üst katları görebilmek için yalan söyledim. Biliyorum bana çok kızacaksınız ama ben hiç güneşi görmemiştim…”
“Önemli değil. Sizi buraya iyileştirmek için değil, organik maddelerinize ayrıştırmak için çağırdık. İnsan yaratabilmek için, insan parçalarına ihtiyacımız var.”
İki robot tarafından kollarımdan tutulmuş içeriye sürüklenirken, kafamı pencereye çevirdim. Güneş böyle batıyor demek ki... Kendimi turuncunun en koyu tonuna bıraktım…
Buğracan Erdinç
2024-03-29T19:53:05+03:00Çok teşekkür ederim. Bu öyküyle aynı evrende geçen diğer öykülerimi de paylaşacağım, biraz önce bir tanesini yükledim, takipte kalın :)
Server Fethi
2024-03-28T11:42:35+03:00Aktı gitti. Çok hoş bir öykü dili. Tebrik ederim, takipteyim