Türk restoranı Saray’da midelere bayram yaptırıp, sokakların ihtişamının ve temizliğinin şokuyla yürüye yürüye, sokakları kirletmemeye çalışarak otelimize geldik. Bir önceki bölümde kısa bir şekilde bahsettiğim otelimiz konusunda bu bölümde biraz daha detay vermem gerekir. Lüks otellerin kapısından girip resepsiyona doğru yürürken 9 ülke 36 ada sahibi edası vardır bizim insanımızda. Ben de hazır Japonya'ya gelmişken Tokyo'nun en lüks otellerinden birine bu edayla giriş yapmaya mıydım? Lakin binanın girişinde bizi iki tane asansör bir tane de devetabanı çiçeği karşılayınca benim o edam içime aynen geri kaçtı. Resepsiyonu 16. katta olan otelimize giriş yapmak için munis bir şekilde asansöre bindim. Aynı anda hem çok sade hem de gösterişli olmayı başarabilmiş bu 6 yıldızlı otel, gerek mimarisi gerek dekorasyonuyla beni benden öyle bir aldı ki değil 16. kat 45. kattan başlasa 'Kardeşim hemen girer girmez otel olur mu? İnsan şunu 100. kattan başlatır!' derdim. Nitekim yükseklik korkusunun küfür gibi sayıldığı bu şehirde 16. kattan başlamak hiç de anormal gelmiyor insana. Odaya girer girmez ilk dikkatimi çeken yere kadar inen pencereden gözüken muhteşem Tokyo manzarası oldu. Bir şehir bu kadar yüksek binalarla kaplı olduğu halde nasıl bu kadar güzel gözükebilir diye düşünürken ağzımdan 'ben burada yaşarım’ cümlesi çıkıverdi. Kalabalığa rağmen sakinlik, gökdelenlere rağmen yeşillik ve nizam vardı.
Bavulları bir kenara koyup odayı teknoloji katliamı yapmamaya çalışarak keşfetmeye başladım. Her yer düğme, her yer dokunmatik ekrandı. Kazara elimle kolumla bir yere dokunacak olsam atmosfer dışına fırlatılacaktım. Bir yatak odasından amacına uygun şeyler beklerken yatakların kenarında tablet boyutundaki dokunmatik ekranları, ayna gibi gözüken ama aynı zamanda televizyon olan camı, tek bir dokunuşla açılıp kapanan perdeleri görünce biraz ürktüm tabi. Neticede bir düğmeyle bütün otelin elektriğini kesebilme potansiyeli taşıyan sakar bir bedene ve bu sakarlıktan asla hicap duymayan eğlenceli bir ruha sahiptim. İleri düzey İngilizce bilgime güvenerek ekranda ‘lights’ (ışık) yazan bölüme tıkladım. Elin ileri zekalı Japon’u yerimizden kalkmayalım da enerji harcamayalım diye koridor, yatak başları ve banyo ışıklarını bir parmak dokunuşuyla açıp kapama hizmeti sunuyor arkadaş! Oda böyleyse banyo kimbilir nasıldır diye düşünürken aklıma aşağıda kayıt için bıraktığımız kimlikler geldi. Gerçi ben kimliği kaybedip otelde sonsuza kadar kalma fikrine epey ısınmıştım ama yine de hiçbir yere dokunmamaya çalışarak çıktım odadan.
Kimlikleri almak için resepsiyona indiğimde çok fazla sıvı almış olduğumu fark ettim. Otele layık bir müşteri olayım, çok kibar gözükmeye çalışayım istedim ve kraliyet mensubuna yaraşır bir dille ‘afedersiniz lavabo nerede?’ diye soruverdim. Adam benim sıkışmış olduğumu anladı fakat lavaboyu sormama anlam veremedi. Yine de en az benim kadar kibar şekilde tuvaleti gösterip bel fıtığı patlayana kadar öne eğildi. Görevliye teşekkür edip odadaki teknolojinin tuvalette olmamasını umarak girdim tuvalete. Loş ışıklar, bal dök yala yerler, çiçek bahçesi gibi kokan bir ortam, seni görünce çattttt diye kapağı kendiliğinden açılan bir klozet ve otomatik açılan kapağı görünce korkudan ‘Eeeğuzuuubilaaamineşşşşeytaaniraciiim!’ diye oracığa bırakmaya ramak kalmış ben… Eğer pelvik kaslarınız çok güçlü değilse ki benimkiler güçlüymüş bunu anladım, o kapağın kendiliğinden açıldığını görünce korkudan altınıza bırakmanız çok olası uyarmadı demeyin.
Efendim, insanoğlunun en temel ihtiyacından biri olan boşaltım sistemini düzgün çalıştırayım derken işin suyunu çıkaran millete Japon denir. Çünkü normal şartlar altında boşaltımı yapıp maksimum iki dakikada çıkacağınız yer uzay istasyonuna dönüşmüş! Klozete oturuyorsunuz, sıcacık. Neden? Çünkü poponuz bu hayattaki her şeyden çok daha değerli. Duvardaki 4 tane düğmeden en sağdakine basıyorsunuz ve dere kenarında uzanmış keyif yapıyorsunuz gibi su sesi veriyor. Neden? Çünkü sidik keseniz bu dünyadaki her şeye değer. Bir diğer düğmeye basıyorsunuz sanki jakuziye girmişsiniz de şampanyanızı bekliyormuşsunuz gibi alttan foşur foşur su veriyor. Neden? Çünkü dünya bir yana bağırsaklarınız bir yana. Üçüncü düğmeye bastığınızda ise kaplıca suyuna girmişsiniz de bütün kaslarınız kendini salmış gibi daha az tazyikli ve daha ön taraftan su veriyor. Neden? Çünkü ana rahmi her şeyden önce gelir. Son düğmeye bastığınızda ise o yaptığınız sekizinci dünya harikası, o muhteşem ötesi renkteki sıvı nazik bir hareketle size veda edip gözden kayboluyor. ‘Bunu saymam yine beklerim’ diyen klozet kapağı yeni misafirini karşılamak üzere reveransla kapanıyor. Neden? Çünkü bu Japonlar bir harika dostum!