Baudrillard’dan bahsettiğimiz zaman aklımızda ilk olarak, tüketim toplumu, simülasyon-simülakr, anlamların zedelenmesi ve sessiz çoğunluk kavramları belirir. Düşünür, 1990’lı yıllardan sonra çok fazla eleştiri almıştır ancak yine de postmodern dünyaya yaptığı katkının yadsınamayacağı aşikardır. Ona göre bu hayatın tüketim için, tüketimin de hayat için kar ettiği bir dünyada yaşamaktayız. Sosyologların bu duruma eleştirel yaklaşması gerektiğini vurgulamaktadır. Simülasyon kuramının günümüz kitle iletişim ve medya kuramlarını anlamak adına çeşitli düşünürler tarafından başvurulan önemli bir referans olduğunu söyleyebilmekteyiz. Baudrillard her ne kadar kendisini postmodernist olarak tanımlamasa da çalışmalarında postmodern yönlü atıflar gözlenebilmektedir.
Simülasyon, bir köken veya gerçeklikten yoksun olan gerçekliğin modernler aracılığı ile yeniden tüketilmesi, gerçekliğin yerini alan bir gerçeklik olarak tanımlanır. Simüle etmekten kasıt ise, sahip olunmayan bir şeye sahipmiş gibi yapmak esasında, ‘mış’ gibi yaşanan dünyalardır. Simülakrlar ise taklit, gösteriş ve kodlar olarak karşımıza çıkmaktadır. Simülakr gerçeğin taklidi benzeri anlamına gelmektedir. Baudrillard tüm bu teorilerini ise tüketim toplumuna dayandırarak, bir göstergeler toplumu olarak açıklamaktadır. Tüketim toplumu için tek elzem vecihe, tüketimdir. Tüketim nesneleri üzerinden insanlara kendini bir ihtiyaç-mış misali arzulatabilmektedir. Bu sayede insanlar neyi, nasıl, nerede ve ne zaman tüketeceğine ilişkin bilgi sahibi olurlar. Tüketim toplumu bolluk ve çokluk toplumudur. Sınırlar bile sınırsızdır artık… Bu toplumun doktrini her şeyi tüketmek üzere bir yaşama adanmaktır. Esasında bolluk savurganlıkla eş anlama gelir, kıyafet ve yiyecek fazlalığı örneklerini bu kapsamda söyleyebilmekteyiz. Göstergeler evrenini dört evre ile açıklar:
1- Modernlik öncesi toplumda ortaya çıkan aşamadır. Dilin aracısız olmasından söz eder. Özellikle önemli olanın yazılı metinlerin olmayışı veya çok az oluşu ve iletişimin yüz yüze yapılması olduğunu söyler. Bu evrede gerçek sosyal durumlar ile karşılaşılmaktadır. Bundan mütevellit birinci evre göstergeyi tam olarak gerçekliği temsil eden gösterge olarak tanımlar. Tüm iletişimsel eylemler, ritüeller ve ifade eylemeleri gibi türlerin sosyal gerçekliğe bağlı olduğunu anlayabilmekteyiz.
2- Doğrudan sembolik ilişkiden uzaklaşmaya tekabül eden aşamadır. Rönesans ve endüstri dönemi kapsamındadır. Örnek olarak, Da Vinci’nin Son akşam yemeği ve Mona Lisa tablolarında gizem ve entrikayı yorumladığını gösterir.
3- Endüstri devri ile başlayan modernite sürecine yönelik bir evreyi anlayabiliriz. Bu dönemi tüketim toplumunun başlangıcı olarak tanımlamaktadır. Bu dönem itibariyle, metalar gösterge değeri kazanmaya başlar. Örneğin araba bir statü göstergesidir ve bir metadır. Tüketim toplumu alışverişlerinin çoğunluğunun gösterge değerine göre yapıldığını söylemek bu örnek sonrasında yanlış olmayacaktır. Her metanın diğer metada olduğu bir toplumdur bu. İlişki içine giren bir meta-tüketim süreci vardır, öyle ki satın aldığımız şeyleri taşıdığımız poşet dahi bir gösterge…
4- İkinci dünya savaşından sonra günümüze kadar olan dönemi, yani postmodern endüstri sonrası ortaya çıkan bir toplum aşamasından bahsetmektedir. Artık üretimden bilgi temelindeki bilgi teknolojilerine bir geçiş evresi vardır. Toplumun sembolik alışveriş mantığından kapitalist toplumsal üretim-tüketim ve simülasyon mantığına evrildiğini söylemektedir.
Her şeyin ‘mış’ gibi yapıldığı dönemin başladığı evreyi anlatmaktadır. Baudrillard’ın dikkate değer bir diğer örneğini de Disneyland’de görürüz. Amerika'nın minyatürü olan Disneyland, Amerika’nın gücünü temsil etmektedir. Disneyland bir hiper-gerçeklik örneğidir. Veyahut üst gerçeklik anlamında bir simülasyondan bahsedebiliriz. Disneyland’de ışığın hiç sönmemesi Amerika’nın gücünün sonsuz olduğuna eşdeğerdir. Baudrillard için daha sonra anlamın zedelenmesi teorisinin öne çıktığını görüyoruz. Bu söylemden kasıt, anlamın değil gösterinin kitleleri etkisi altına almasıdır. Vurdumduymaz davranışlar farkındalık ile bile isteye anlam istemekten kaçınırlar. Gösteri istediğini özellikle vurgular ki, anlamın altında ezilmemek amaç olur. Çünkü kitleler böyle istemektedirler. Postmodern dünya anlamdan yoksundur. Postmodern dünya nihilizm silsilesidir. Postmodern çağ nesnelerin anlamının yitimini ilan etmiş bir çağdır. Medya her şeyi bir gösteriye dönüştürmüştür. Ne iyimser ne kötümser olmak anlamsızdır. Her şey boştur. Yıkıntılardan arta kalanlar ile oynanan bir oyunun içinde olduğumuzu söylemektedir. Post olmamıştır böylece der, çünkü tarihin bittiği yerdeyiz ve tarihin sonrasında da bir anlamın bulunamayacağının aşikardır. Sessiz çoğunluk, kitleden sessiz yığına geçişin bir ifadesidir Baudrillard düşününde. Gerçekliğe meyleden simülasyonların etkisinde kitleler giderek buharlaşmış, onun yerini sessiz yığınlar almıştır. Toplumsalın simülasyonu, toplumsalın kara deliğinde kaybolan kitlelerin ne geçmişte ne de gelecekte yazacakları bir tarih mevcut değildir. Sınıf ya da halk olma özelliklerini yitiren yığınlar muhakeme yeteneğinden yoksundurlar. Yığın oldukları için düşünme yetilerini kaybetmişlerdir. Bütünsel gerçekliklerini de bu uğurda kaybetmiş olduklarını söyleyebilmekteyiz. Sessizlik aracılığı ile içine göçtükleri tarihin içine göçtükleri alandan göçmüşlerdir. Artık ne emekçi ne de bir öteki özne veya nesneye ait toplumsal kitleden söz edilemeyeceğini söyler. Devrimci umutlar da buharlaşıp uçmuştur. Kitleler anlamlarını yitirmişler, sessiz çoğunluğa dönüşmüşler ve postmodern çağın belirsizliği içinde eriyip gitmişlerdir…
KAYNAKÇA:
Baudrillard J. (1991) Sessiz Yığınların Gölgesinde Toplumsalın Sonu. Doğu Batı Yay. Çev. (Oğuz Adanır)
Baudrillard J. (2014) Simülakr ve Simülasyon. Doğu Batı Yay. Çev. (Oğuz Adanır)
Baudrillard J. (2015) Şeytana Satılan Ruh Ya Da Kötülüğün Egemenliği. Doğu Batı Yay Çev. (Oğuz Adanır)