Despot bedenlerin süprüntüsü değil mi
içimizdeki vicdan.
Yahut
dalında rüzgarın serinliğiyle sallanan
dışı albenili, içi kurtlarla dolu mahşeri andıran
pers gülü renginde bir elma gibi.
Ya da
senin;
rujsuz,
benim öptüğüm haliyle dudakların..(sonrasını hatırlamıyorum zaten).
Hepsi, bunların hepsi!
Bir devletin varoluş hikayesi,
devletin tiranlığa dönüş hikayesi.
Estetik hazlar yarattığım boynundan rotamı,
omuriliğinden sendeleyerek sırtına yayıyorum ideolojimi.
Aşk bile ideolojiktir zıwawa,
gülmek, ağlamak gibi.
Sırtına yaydığım başkaldırı alıyor seni,
pazenden geceliğinle Aspendos'un tam ortasına çakıyor,
görüyorum.
Gözlerinde şuursuz bir korku, dudaklarında
tam iki bin on üçdikiş attığım dudaklarında
dört kelimelik yedi heceli iğneleyici bir kanto.
İki dikişte kulaklarıma attım, duymuyorum artık seni.
Dudakların eskisi kadar hapsetmiyor beni.
Yoksa senhâlâ?
Bu zafer çığlıklarıdır, kırmızı şaraplı nara.
Duyuyorsun ama konuşamıyorsun,
konuşmuyorsun duymuyorum.
Ölüler ansiklopedisinde ölümsüz bir efsaneye dönüşüyoruz.
Kapa gözlerini, çığlıklar uyandırmasın
çatırdayan zehirli kemiklerini.
Sarenur Altuncan
2020-04-11T01:01:56+03:00❤️