Seslendim sana...


Durgunlukla, yorgunlukla, suskunlukla

kirpiklerimde kıvranıp duran gözyaşıyla,

uzağın telaşıyla, yılmakla, kalkmakla uyumakla,

bir sabahla, bir geceyle, öfkeyle ağzımda biriken cümleyle

öteyle, özlemle

anın hüznüyle, zamanla, yitirilenle

suyu düşünürken akıp gidenle, kalanla...


Yağmura ve rüzgara gitmeyi katarak, susturarak ya da kendimi, içimi.

Bir dolumu boşa, bir boşluğumu doluya tamamlama hevesiyle dönerken kendime, yaralarıma.

Öncesi olmamış gibi, sonrası belirsizlikle kıvrana kıvrana bir savrulmak birikirken ruhumda.

Köksüzlüğümün bir anlamı yokken burda, kalmayı diretirken bedenime.

Hayata inanmayı "umut" diye sürdürürken sözcüklerin yalanıyla.

Düşsem, kalksam yine benden bir eksik ve yine benden bir fazla derken.

Kendimi hangi biçimsizliğe bıraktıysam olmamış olmanın sancısıyla, sevgiye dönüşmeyen tüm sevgisizliklere meydan okurken kalbimle.

Susmaktan canım yanarken, tenim yalnızken dokunmaya.

Önce hevesle sonra kırgınlıkla dönerken kendime.

Bu benim işte!

 Ne eksik ne fazla.

Ne eksik ne de fazla...

Evin yolunu kaybım artarken, ağaca ve suya özenerek tutunurken bir yol bulma çabasında.

Tükendim...

Tükendi içimle, kafam arasındaki o büyük çelişkim.

Baştan aşağı bir hayal ve baştan aşağı bir susma kaplarken bedenimi.

Ellerimi yabancı diye bulurken, çizgiler vazgeçerken iki yolun birleşmesinden

hatıra, unutkan bir fotoğrafa dönüşürken yüreğimde

hep susmak dedim.

Hep susmak kalanları...

Bu benim işte!

Ne eksik ne de fazla.

Ama başaşağı düşen bir eşya gibi 

hep eksik ve hep fazla oysa bir yerde...

Adımla değil çağrılmamış olmak bu dünyaya.

Bir kara delik gibi anlamsızlıkla boğuşan düşüncem, kendini tamamlamaz.

Arayış yarı yolda yitik. Ölümden ötesi yok. Yaşamdan ötesi boşluğum hep. 

İlk yara burası derken ve sürdürürken kendimle her günü, her geceyi. Solmak bir çiçek korkusuyla ve başıma gelenle aramdaki kopukluk kadar araf kaldım bu gitmede.

Dedim her gün bu kabuk senin.

Bu kabuk senin.

Bu kabuk yarayı hatırlatacak.

Bu kabuk sana hep kalacak.

Bu kabuk sende hep duracak.

Bu kabuk iyileşmeyecek...


Köksüz bir ağaçsın içine ve kalbine sen.

Sesini yitirmiş bir nehir.


Sürgün ve mülteci bir hisle bakarken pencerelere sen, yağmur yağıyor şimdinin zamanına.


Kış geçti, bahar bitti, yaz geçiyor. Geçip giderken geçmeyenler arasında ellerim boşlukta hala. Ellerim dokunmayı özledi bir uzaklığın elini.

Mümkünsüzlüğü düşünüp sustum ve daldım yağmura. 

Tekrar tekrar dedim.

Bu kabuk benim. Bu kabuk benim.

Değiştim. Çektiğim acıyla öğrendim durgunluğu.

Yağmur yağacak üstüme şimdi. Uykum bölünecek. Kış gelecek. Bakışım hüzne dönecek. Ellerim hep boşlukta kalacak. Dallarım ne olacak?

Köksüzlüğüm ne olacak?

Belirsizliğim ne olacak?

Yağmur geliyor...

Durgunluk ve suskunlukla bulutlara bakarak bir gözyaşı ayini daha gerçekleşiyor şimdi içimde.

Ellerim boşlukta.

Köksüzlüğüm boşlukta.

Bu kabuk benim. Bu kabuk benim.

Yarayla çoğalmış bu kabuk benim.

Ne eksik ne de fazla.

Hep eksik hep fazla oysa...