Bilinçaltının kendisine sunduğu genişlikte kaybolan kabuslarından birindeydi Oisin. Dublin'de Grafton Caddesi'nin ortasında dikilmekteydi bu kez. Ayakları zemine kenetlenmiş bir vaziyetteyken o sırada aceleyle yanından geçmekte olan tuhaf giyimli ihtiyara acı bir gülümsemeyle selam verdi. Neden böylesine saçma bir durumun içindeyken o adama selam vermişti, vermek istemişti bilinmez. Zaten o esnada kendisini ağır psikolojik bir romanın karakteriymiş gibi hissediyordu. Ürküyordu. Üzerinde durduğu zemin, bir anda yerin elli metre dibine dek çökecekmiş gibi hissediyordu ve ne kadar zorlasa, kendini hırpalasa da yerinden kımıldayamıyordu.


   Şu durumda, tamamen bilinçaltının esiriyken daha önceki rüyalarında da çok kez karşılaştığı adam belirdi karşısında. Yaklaşık beş - altı metre ötesinde, kırk sekiz saat uykusuz kalmış gibi görünen suratı -dolayısıyla gözleri içine çökmüştü ve baygın bakıyordu ona- gereksiz uzun boyu ve özensiz kıyafetiyle; başı zemine, ayakları gökyüzüne paralel bir biçimde duruyordu. Çenesi titremeye başladı Oisin'in. Üzerindeki ince salaş kıyafetler ısınmasına bir nebze bile fayda sağlamıyordu.


   Aniden uyandı. Ciğerlerini derin bir nefesle doldurduğu sırada ayağında bir ağırlık hissetti. Tıpkı kendisi gibi uyuşuk kedisi Midas sağ ayağının bileğine dolanmıştı. Oisin'inse dudakları aralanmıştı, ağzının içi kupkuruydu. Gözleri bir hayli çapaklanmış, kıvırcık perçemi terden alnına yapışmıştı. Böyle sefil bir vaziyette doğruldu yatağından. Nefesi düzenliydi fakat kalp ritmi için aynı şeyi söyleyemezdi. Az evvelki rüyasından parça parça kareler vardı hâlâ gözlerinin önünde.


   Dilinin ucuyla ve kısık sesle bir küfür savurdu boşluğa. Yalnızca kendisinin bulunduğu ortamlarda küfür ederdi. Ellerini yumruk yapıp iki gözünün üzerine dayamış, rüyasındaki o biçimsiz suratlı herifi düşünüyordu. Ne kadar garipti. İstisnasız her gece rüyasına birbirinden garip hallerle konuk olan bu adamla daha evvel bir yerlerde karşılaşmadığına neredeyse emindi.


   Zihnini daha fazla bu meseleyle meşgul etmek istemiyordu. Midas'ı kucakladı. Küçük, gri kafasının üzerinden öptü ve sıcaklığını henüz kaybetmemiş kalın battaniyenin arasına yerleştirdi onu. Ardından soğuk bir duş alıp rahatlamak amacıyla ayaklandı yerinden. Uyumak yerine sabaha dek oturup işiyle meşgul olmayı tercih etti.


   Bir dergide yazıyordu Oisin ve gelecek sayının kapak tasarımını üstlenme gafletinde bulunmuştu. Güneşin doğuşuna yakın bir zaman diliminde aklına dank etti. Üzerinden epey zaman geçmesine rağmen zihninde kendinden kalıntılar bırakan rüyanın etkisi ile Zdzisław Beksiński'nin adımlarını takip ederken buldu kendini. Rüyasını resmedip onu koymalıydı yazdığı derginin kapağına. Aynı günün akşamına dek zihninin her bir köşesinde izi bulunan o esrarengiz adamla yaşadığı son macerayı kağıda aktarmakla uğraştı. Yaptı da. Günün sonunda ellerinde kağıdın üstündeki rüyasını tutuyordu. Derginin kapağında bu görsel yer alacaktı. Kararlılıkla geçti gardırobunun önüne. Mesai saatinin bitmesine yaklaşık elli dakika vardı. Yetişirdi. Kıyafetlerini hızlıca değiştirip seri adımlarla yaşadığı mütevazı görünüşlü, sekiz katlı apartman binasından ayrıldı.


   Dışarısı tahmin ettiğinden de soğuktu. Paltosunun ortadan iki düğmesini ilikledi. Seri adımları sayesinde çok zaman geçmeden ofise ulaşmıştı. Şanslıydı, ekipteki herkes bir aradaydı. Dağılmadan evvel ofisin ortasındaki uzun masanın etrafında toplanmış filtre kahvelerini aynı anda dudaklarına götürüp indiriyorlardı. Oisin seri katil donukluğundaki bakışlarını hiç bozmadan uzun masanın baş ucuna geçip elindeki kağıdı masanın üzerine serdi. Ne beklemek için sabrı ne de oradakilerin belki de yirmi dakikadır usanmadan konuştuğu sıkıcı muhabbete dahil olmak için tahammülü vardı. Sakin bir tonda mevzubahis kağıdı göstererek "Yeni sayının kapağı." dedi. Hitap ettiği insanlar anlamsız bakışlarla önce resmi ardından Oi'i süzdüler bir süre. Sonra aralarından en sıcakkanlı olanı sessizliği bozdu. "Pekala" dedi. "Bu iş sendeydi zaten. İtiraz etme hakkımız yok ne de olsa." Hemen ardından gülümsedi sesin sahibi. Oisin de sahte bir tebessümle karşılık verdi ona. Odasına uğrayıp kağıt üzerindeki rüyasını kilitli çekmecesine emanet ettikten sonra ofisten ayrıldı.


   Çabucak eve dönmek istemiyordu. Bu nedenle geçtiği yolun üzerinde bulunan ve kapısının üstünde "Cormac's Bookshop" tabelasının asılı olduğu küçük dükkana giriverdi. Giriş kapısının çaprazında duran içecek otomatından bir bardak kahve aldı ve mekana nizami biçimde, özenle yerleştirilmiş iki kişilik kare masalardan birine geçti.


   Az sonra dükkanın kapısı yeniden aralandı. Yine aynı adam, yeşil mi lacivert mi bir türlü ayırt edemediği koyu renkli paltosunun eteği ayak bileklerine değen, yüz doksan santimetrelik boyu ve mimiksiz suratıyla içeri girdi. Attığı sağlam adımlarla seramik zemini ağlata ağlata Oisin'in karşısındaki sandalyeyi çekip oturdu. O esnada yaşadığı bu hadisenin gerçek olmadığına dair telkinlerde bulunuyordu kendine Oisin. Adam biraz öne doğru eğildi. Suratı gerçekten bakılmayacak derecede biçimsizdi. Oisin'e kendisini tanıyıp tanımadığını sordu.


   Bu yaşadığının gerçek olması mı yoksa kurgu olması mı onun için daha iyi olurdu, kestiremiyordu. Bu adamın bir sonraki tavrının ne olacağı da belli değildi. Hiç istemese de karşısındakinin kendinden emin bakışlı gözlerine odaklandı. Sonrasında kendi gözlerini yumdu.

   Sekiz yaşındaydı şimdi. Sobanın üzerinde duran, içinde delicesine su kaynayan demlikle burun buruna geldi. Başını öteki tarafa çevirdiğinde ise mutfak tezgahının bir ucunda ertesi günün sabahında, kahvaltıda yemek için yoğurduğu ekmeği fırına yerleştirmekte olan büyükannesini gördü. Endişeliydi büyükannesi. Eşini bu öğlen kasabaya yolcu etmişti fakat eşi üzerinden epey vakit geçmiş olmasına rağmen hâlâ evine dönmemişti. Oisin yerinden kalkmış ve büyükannesine doğru yürümeye koyulmuşken evin dış kapısı iki kez tıklatıldı. Yaşlı kadının göğsü gerildi, derin bir nefes çekti ciğerlerine. Geniş bir ferahlama hissiyle kapıya doğru koştu. Kapıyı araladığında ise hiç beklemediği ve şahit olmak istemeyeceği bir manzarayla karşı karşıya geldi. Bahçede iki adam vardı. Birinin elinde silah. Tereddüt bile etmeden Oisin'in büyükannesine doğrultmuştu silahını. Ötekiyse yalnızca izlemeye gelmiş gibiydi. Oydu, öteki.


   Yerinde rahatsızlıkla kımıldandı otuz sekiz yaşındaki Oisin.

   Büyükannesinin hemen arkasında olan biteni seyrediyordu. Şaşkındı ve korkuyordu fakat ne yapacağını bilmiyordu. Büyükannesinin nutku tutulmuştu, görmek istediği ile gördüğü manzara arasında uçurumlar vardı çünkü. Elinde silahı olan adam bir el ateş etti. Büyükannesi saniyeler içinde yere yığıldı Oisin'in. İzlemeye gelen öteki, sağ cebinden çıkardığı sigara tabakasının içinden bir dal çekip dudaklarının arasına yerleştirdi. Sanki bu anı beklemiş gibi. Sonra işlemeli gümüş çakmağıyla yaktı sigarasını. Küçük Oi gözünü bir saniyeliğine bile ayırmadan ona bakıyordu. Adamın yüzünü kısa bir süreliğine duman kapladı. Sonra duman dağıldı. Adam da küçük Oisin'in gözlerinin içine baktı saniyelik.


   Bir şeyler hatırlamak adına yumduğu gözlerini nefretle açtı Oisin. Büyük bir çeviklikle sandalyesini geriye itip doğruldu yerinden. Sağ elinin avuç içini karşısındaki adamın başının üstüne yerleştirip hızla masaya çarptı. Sonra tüm gücüyle yüklenip tekrar. Üç, dört ve beşinci kez tekrarladı yaptığı işkenceyi. Adamın eli paltosunun arasındaki silaha erişmeye çalışsa da nafileydi artık. Oisin'nin öfkesi bir nebze bile dinmemişti. Hâlâ dipdiriydi. Elinin altında ezilen başı hızla bir kez daha vurdu masaya. Dükkan sahibi üst kattan alt kata hızlı bir yolculuk yaptı o esnada. Ürkünç manzarayı gördüğünde konuşmak istese de korkudan tek bir kelime için bile dönmedi dili.

   Masanın üzerini saniyeler içerisinde geniş bir kan tabakası kapladı. Oisin nefes nefeseydi. Kana bulanmış eli bedeninin yan tarafına düştü.


  Kabuslarının yegâne ziyaretçisine güzel bir veda olmuştu bu. Masanın birkaç metre ötesinde dikilen Cormac'a baktı bir süre ve sessizce ayrıldı kitabevinden.


   Dakikalar sonra evine ulaşmıştı. Dairenin girişinde uyuklayan Midas sahibinin gelişiyle dikti kafasını. Her zamankinden biraz daha farklı bakıyordu Oisin'e. Değişikliği sezmiş gibiydi. Oisin'se hissizdi. Birkaç saat öncesine kadarki uysal adamdan eli kanlı bir katile dönüşmüş olmak onda hiçbir suçluluk duygusu uyandırmamıştı.


  Banyoya geçti. Lavaboda, sıcak suyun altında yıkamaya başladı kanlı elini. Sanki bu işi hep yapıyormuş gibi profesyoneldi tavırları. Bir yandan da aynaya bakıyordu. Saçları tamamen dağılmış, bakışları ise şeytanı andıran cinstendi. Yaptığı işi düşündü. Tekrar ve tekrar düşündü. Yıkama bittikten sonra eliyle saçlarını geriye yatırdı. Üzerindeki paltoyu çıkarıp vestiyerin üstüne attı. Ardından gömleğinin ilk iki düğmesini açtı ve yatağının üzerine uzanıp bu kez rüyasında, henüz bu hayatta yalnızca tecrübesiz bir insan yavrusuyken kaybettiği tüm aile üyeleriyle güzel vakitler geçirmek adına yumdu gözlerini. Bundan sonraki hayatında neler yaşayacağı umrunda bile olmadan.