Ellerimizde eski masatlar,
Ucunu biliyoruz zamanın en körpe kızı Yarın'ın
Yeşil bir çınar gibi büyüyor yatay eksende çamur seli
Yeri ve göğü süslüyor, bu kadın;
İncileri ve sarkan sözcükleri
Kanımca avcundan içer suyu Phoenix
Ulu bir tanrıçanın
Eski medeniyetlerin dansları getirir geceyi
Yakut
Yahut zebercet,
İsyankar bir aşkın ertesi sabahı
Nedir bu ufkun ardındaki belirsizliğin özlem adlı kornası ve
Korkunç melodisi
Safir yüklü ceketim ve Portekizce bir masal olan kol düğmeleri
Amenos! Amenos...
Tanrım, sev bizi!
Sarı renkle cilalı dişlerimiz arasında tütün çiğner,
Bulutları selamlardık.
El Hajjarah'tan sarkardı kollarımız
Uyanın ey ulu dağlar!
Dumanlı tepelerinizden daha bulanık benim kafatasım
Keskin bıçak sırtlarında yüzer altın pullu balıklar
Sislidir.
Yaşamın macerasını kolladığımız, makber yüklü zirvenin patikaları ve bütün yolları
Keskin bıçak altında telef olur altın pullu balıklar
Ah! Görünmezin ötesinde hangi iklimler var
Şimdi zamana koşar kuyruğu yangınlı kısraklar ve ardından biz;
Silmek için toynak izlerini göğsümüzden
Yalınayak Türkçe ile lirik binalar dikeriz
Paslı çivileri söker derimizden
Bir bir bileriz ufku
Zaman silen masatlarla
Yamuk parmaklarımız arasında yarım bir cigara
Bir gelecek yontan ya da demirden bir geçmişi büken…
Oktay Rıfat gibi
Melih Cevdet gibi
Yani bir yakut yahut zebercet ile nişangaha kitlenircesine
Barudi bir kurşun benzeri kirli gümüşten şiirlerdir mıhladığımız
Tüm takvimlere
Ve dört nala kovalar zamanı kısraklar
Melekler diker gök çarşafını, nakşeder yıldızları lacivert kumaşa
Yorgun zambaklar en ıssız topraklarda solar
Küskün artık göğe turnalar
Bu vakitlerde yalnız çuvaldan çirkin yamalar
Ama bir gün yine
Melekler diker gök çarşafını, nakşeder yıldızları lacivert kumaşa