Bu aralar çok sık düşünüyorum. Boş vakitlerimin bolluğundan olsa gerek, kafamın içindekiler birbirini yiyor resmen. Bir şey izlerken, uyurken, çalışırken hatta kitap okurken okuduğum kitap yerine başka düşlere dalıyorum. Sanki beynime bir hastalık yayıldı da yavaş yavaş yiyor beni. Ne zor şeymiş diyorum düşünmek. Sonra bir haber görüyorum, birden aklım başıma geliyor, ne güzel nimetmiş düşünmek diyorum. Ne zor, ne korkunç bir şeymiş kafanın içi doluyken düşünememek. İnsanı ne aptal ne de cahil yaparmış. Bazen yine o karanlık, sıkıcı düşlerden birinde iken nasıl olur da insanların kafası bu kadar boş olur diye düşünürüm ama bir türlü anlayamam. Acaba bizler mi çok kuruntu yapıyoruz, bizler mi hayata kendimizi acındırıyoruz diye düşünürüm; sonra bakarım o saniyede yine bir düşünce geçmiş benim kafamdan. Peki nasıl olur da çevremizde bu kadar düşünülecek, sorgulanacak şey varken bu kadar boş kafa var? Hayret ediyorum doğrusu. Halbuki insanları bu kadar boş sanmazdım, ta ki insanları görene kadar. Bir masada kurulan her bir cümlenin anlatılamayacak kadar boş olması ve bu cümlenin o ortamdaki insanlara ne kadar boş olduğunun anlatılamayacağının farkında olmak ne kadar da zor bir savaştır. Ancak bir gün bir düşünce daha gelir aklıma, bana karşı bir saf tutar ve bana aynen şunları söyler: "Sen kimsin ki böylesine bir cesaretle başkalarının düşüncelerine karışma cüretinde bulunursun, onları küçük görüp cümlelerini aşağılarsın? İnsanlara boş demeden önce bir düşün, belki de şu anda o masada senden daha farklı düşünen biri var ve her gece o da seni boş buluyor."
İşte benim kafamın içindekiler de böyle bir savaşta.