Öyle sessiz,
Öyle dilsizdir ki bazı kadınların acısı;
En çok da gecede demlenir, hüzne gark olmuş yaraları.
Pencere pervazlarından sızar,
Karanlığa eş olmuş kimsesizliği.
– Hoş geldin
Yalnızlığım der,
Çekersin bir sandalye oturtursun karşına.
“Nasılsın?”
Sorusunu soramazsın.
Bilirsin, akacak kederli yaşlar.
Yaparsın iki fincan kahve, en acı yanından.
Biri kendine, diğeri yalnızlığına.
Odaya sızan ay ışığında,
Yudumlarken kahveni,
Hafif bir rüzgâr uğultusu fon olur,
Gam hanende çoğalan kekremsi acılarına.
O an duvara yumruk atmak gelir içinden.
Yalnız,
Kalbinin elleri çoktan yumruklamıştır o duvarı.
Kan revan içinde kalırsın da
Yalnızlığına bile gösteremezsin,
İçinde kabuk tutmayan, elem yaralarını.
İçelim kahvelerimizi der,
Suskunluğunla sararsın çığlıklarını,
Kimsesizliğini korkutmamak adına.
O da giderse kim kalır ki?
Hani derler ya:
"Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı vardır."
O zaman anlarsın kahvenin en çok yalnızlığı sevdiğini.
Kuşluk vaktine kadar uyku tutmayan yanınla,
Kahvenin köpüğüyle yıkarsın yanık yaralarını.
Kahve kokulu bir yalnızlık büyütürsün,
Gecenin koynunda asılı kalmış çığlığının kalbinde
01.05.2022