İlk Roman denemem. İlk yedi sayfası. Devamını takip etmek isteyen olursa göndereceğim. :) İyi okumalar...


Kışın solgun yüzünü gösterdiği bir anında, rıhtıma doğru ağır ağır yürüyordu. Beraberinde adeta farenin peyniri kemirmesi gibi aklını kemiren düşüncelerini de getirmişti. Soğuk ve puslu hava yüzüne her vurduğunda vücudunu tiz bir üşüme sarıyordu. Adeta avını sarıp sarmalayan bir yılan edasıyla düşünceleri de onun ciğerlerini kaplamıştı. Kafası karışıktı. Karışıktan ziyade bir kargaşa ve fırtına hakimdi. "Nasıl bu hale düştüm?" "Beni bu hale getiren şey de nedir?" diye mırıldanıyordu soğuktan morarmış dudakları arasından. Kaygılıydı, bir o kadar da endişe duyuyordu. Bu düşünceler arasında o kadar bilincini kaybetmişti ki yanından geçmekte olan, açlık ve susuzluktan bitap düşmüş, cılız ve genç bir köpeğin yalvarır bakışlarını görmedi bile. "Hangi yanlış dala tutundum da beni yanıltıp uçurumdan yuvarladı?" dedi içinden. O kadar çok düşünüyor ve dalıyordu ki gözleri soğuk denize, bir gün açlıktan ve susuzluktan değil de düşünmekten öleceğini geçirdi aklından. Bir müddet rıhtımda yürümeye devam etti. Geçen gemilere bakarak hayallere dalıyordu. Bu gemiler bu kadar ağır ama suyun üstünde duruyorsa, ben neden ağır yüklerimin üstüne çıkamıyorum, diye düşündü. Dalgınlıktan kurtulduğu bir anda saat geldi aklına. Geç olmuştu, dönmesi gerekiyordu. "Biraz daha geç kalırsam dışarıda kalacağım." dedi içinden. Yola koyuldu. Havanın soğuk ve saatin geç olması sebebiyle sokaklarda pek insan yoktu. Gözleri yaşlarına şahitlik yapmıştı. Yağmur sonrası çatılardan düşen damlaların nazikliği edasıyla düştü gözyaşları. Sokaklar ona gittiği her adımda daha da daralır oldu. Derken duyduğu bir sesle irkildi. Ezan sesiydi duyulan. İçine bir ferahlık gelmişti. Güneşin karanlığı aydınlattığı gibi kalbi de aydınlanmıştı. Bir ufak tebessüm vurdu dudaklarına. Sevindi. İşte bana bir çıkış yolu gözüktü, dedi içinden. Sesin olduğu tarafa yöneldi. Adımları ile beraber kalbi de hızlanmıştı. Camiye geldi. Abdestinin olmadığını hatırlayarak şadırvana yöneldi. "Selamün Aleyküm genç," diye bir nida geldi arkasından, bir merakla arkasına döndü. Yaşlıca ve elinde bastonuyla yanakları elma kırmızısı bir amca gördü. Kendisine selam verilmesinin şaşkınlığı ile bir an duraksadi. Titrek bir sesle "Ve aleyküm selam amca." dedi. "Buralara pek sık gelirim ama seni ilk defa görüyorum." dedi amca. Bu soruyu beklemeyen genç bu tanımadığı ve kendisine soru bombardımanına tutan amca karşısında muhabbeti uzatmak istememişti. Gitmeliyim, dedi. "Abdestim yok, abdest almalıyım." "Tamam," dedi amca. "Sonra konuşuruz." Genç delikanlı bu telkinden sonra şadırvana ulaştı. Usulca oturup kollarını sıvadı. Niyet etti. Tertibi ile abdestini aldı. Hava soğuk olduğu için biraz üşümüştü. Bu üşüme bereketlidir, diye geçirdi içinden. Camiye doğru yöneldi bu kez. Ezan bitmişti. Müezzinin kamet ettiğini duydu. Farza yetişmek için acele adımlarla yol aldı. İçeri girdiğinde sıcak havada açılmış buzdolabından esen püfür püfür serin havanın vermiş olduğu gibi bir ferahlık hissetti. İmama yetişip saf durdu. Sureler okundukça kalbi yeni açan bir çiçek gibi filizleniyordu. Tüm o karamsar düşünceleri umuda, hüznü ise feraha bırakmıştı yerini. İçi ağzına kadar dolu bir su bardağından tutunup düşmemeye çalışan damlalar gibi o da gözyaşlarını tutmaya çalıştı. Selam verildi. Kalktı saftan. Arka tarafa doğru ilerledi. Yaşlı gözlerinden dolayı etrafı puslu görüyordu. Ama kendisini birinin süzdüğünü fark edebilmişti. Bu ona selam verip soru yağmuruna tutmaya hazırlanan ama oradan kaçmasıyla amacına ulaşamamış amca idi. Bir merakla neden onu süzdüğünü düşündü. Ama fazla uzun sürmedi. Diğer rekatları tamamladı. Tesbihe kalmadan camiden çıkarak yurduna doğru yol almaya başladı. Hissettikleri durgunlaşmıştı. Bu sefer parası geldi aklına. Cebine baktı, topu topu yedi lirası kalmıştı. Bunun bir kısmını zaten minibüse vermeliydi. Kara kara düşündü. Aman Allah'ım, dedi. "Ne yapacağım şimdi?" Henüz yurt aidatını da ödeyememiş ve yurtta kalması da tehlikeye girmişti. Aklını yiyecek gibi oldu. Ama kendini toparladi. Başarabilirim, dedi. O tonlarca ağırlıkta gemiler su üstünde duruyorsa ben de bu dünya deryasında ayakta durabilirim, diye geçirdi içinden. Bu sefer hırs ve kararlılık dolmuştu kalbi. Bir müddet daha aklı ile tartıştı. Yurt görünmüştü. Saatine baktı. Son girişe çok az bir zaman vardı ama yetişebilirdi. Seyrek adımlarla yurt kapısına ilerledi. Bekçiyi selamladı ve içeri girdi. Soğuk havadan sonra tenine değen sıcaklıktan dolayı irkildi. Odasına varıp üzerindekileri çıkardı. Anlayamadığı bir gariplik hissetti. Sanki sabah olmuş da güneş doğmamıştı, öyle bir gariplikti bu. Hissiyatının sebebini anlamaya çalışırken gözü yan giysi dolabına takıldı, içi boştu. Allah Allah, dedi içinden. "Oda arkadaşım nereye kayboldu?" Bilmediği bu sorunun cevabını almak için yola koyuldu. Etrafına bakınsa da onu göremedi. Sonunda yakın olmasa da arkadaşı olduğu birine rastladı. Selam kardeş, dedi. Arkadaşımın dolabını boş buldum. Kitaplarını da almış, nereye gittiği hakkında bir fikrin var mı? Oda arkadaşının arkadaşı, evet, kendisi iki arkadaşıyla eve çıktı. Yoksa sana haber vermedi mi, dedi. Bu sözler üzerine genç delikanlı olduğu yerde kalakaldı. Her ne kadar çok samimi olmasalar da iyi kötü iki sene geçirdiği arkadaşı bir elvedayı bile çok görmüş, çekip gitmişti. Eyvallah kardeş, dedi. Ve odasına yöneldi. Neden böyle yaptığı hususunda kara kara düşüncelere daldı. Bir elveda alamayacak kadar ne kötülük yaptığını düşündü, fakat kayda değer bir cevap bulamadı. Bir süre daha düşündükten sonra gözlerinin ağırlaştığını ve vücudunun halsizleştiğini hissetti. Neyse, dedi. "Buna onun hesabını yüz yüze sorarım." Bilakis yatmadan önce yaptığı rutin işlerini tamamlayarak yatağına uzandı. Derin bir fırtına ve ardından gelen sessiz bir çığlık altında uykuya daldı.



 II.

Kurduğu alarma uyandığında gün henüz aydınlanmamıştı, hava adeta kuru bir yaprağın soluk ve renksiz halini anımsatıyordu. Bir müddet uyku sersemliğiyle kendine gelmeye çalıştı. Silkindi ve ayağa kalktı, bir tereddüt ve heyecanla saatine baktı, sabah namazını kaçırmak istemiyordu. Vakit henüz geçmemişti fakat fazla da vakit kalmamıştı. Alelacele lavobaya gitti. Kollarını sıyırarak abdestini aldı. Doğruca odasına giderek saf durdu. Büyük bir huşu ve eda ile namazını kıldı, duasını yaptı. Namazdan sonra yatağına uzandı. Tekrardan derin düşüncelere dalarak hayaller kurdu. Kendisini bu duruma getiren şeylerin ne olduğu hususunda hala tatminkar bir cevap alamamıştı. Kendi kendine soruyor fakat bir türlü istediği şeye ulaşamıyordu. Ne yapıyorum ben, diyerek irkildi. Ayağa kalktı. Biraz hava almak istemişti. Çıkışa yöneldi. Koridora çıktığında oda arkadaşının arkadaşı ile karşılaştı. Onu selamladı ve arkadaşının nereye taşındığını sordu. Aldığı cevap onu ürkütmüştü, Baybars dedi, "normalde bunu sana söylememem gerekir, fakat seni saf bulduğum ve ondan uzak durmanın senin için daha iyi olacağını düşündüğüm için söylüyorum. Dün bana mesaj attı, eğer Baybars beni sorarsa ona okulu bıraktığını ve şehri terk ettiğini ve helallik istediğini söylememi istedi. Fakat ben senin bana önceden sorduğunu ve ona taşındığını söylediğimi anlattım. O da o zaman bana adres veya telefon sorarsa sana söylemememi istedi. Burada tuhaf bir durum var. Bence fazla üsteleme." Delikanlı aldığı bu cevap karşısında titreyen bir zil gibi irkilmişti. Oda arkadaşı onu görmeden taşınmış, üstüne de ona ulaşmaması için elinden geleni yapmıştı. Bu duruma bir türlü anlam veremiyordu. Bir an silkinip kendine geldikten sonra, “Başka bir şey söylemedi mi, neden taşındığını ya da neden beni görmediğini?” diye sordu karşısında duran gence. “Hayır, sadece bunları…“

Delikanlının içine adeta bir buz dağı çökmüştü. Kalbi donmuş, atmıyordu. “Teşekkür ederim," dedi, "görüşürüz." İlgisiz bir görüşürüz cevabı aldıktan sonra durağa doğru yöneldi. Her adımını düşünceli atıyordu. Arkadaşıyla yaşadıkları bir film şeridi gibi geçmişti gözünden. İki yıl önce tanışmışlardı. Havanın buharlaşan suyu donduracak kadar soğuk olduğu bir gün yurda gelmişti delikanlı. Zorlu bir süreçten sonra üniversiteyi kazanmıştı. Bir yandan kazanmanın ve bu zorlu süreci aşmış olmanın mutluluğunu yaşıyor, bir yandan da yeni ve yabancı bir ortamın getirmiş olduğu kaygıyı da yaşıyordu. Bu karışık ve insanın kalbini kendisine küstürecek duyguları yaşarken kendisine düşen odaya gitmek için koridorda yürüyordu. Adımları tedbirli ve yavaştı. 25 numaralı odanın kapısını görene kadar yürüdü. Odaların kimisi iki kimisi de üç kişilikti. Kendisine iki kişilik mütevazı, içinde bir küçük lavabo ve banyonun bulunduğu oda düşmüştü. Kapının önüne geldi. İçeride birinin olduğundan emin değildi. Ürkek bir şekilde titreyen elleriyle kapıyı vurdu. Yaşadığı endişe kalp hızını ve nefes alışverişini arttırıyordu. Bu endişesini yersiz ve abartı buldu. Fakat bu endişeye sadece yaşadığı kaygının sebep olmadığını çok iyi biliyordu. Bir süre bekledi. Fakat ses gelmedi uzunca bir süre. Kapıyı yavaşça araladı. Dar bir açıdan odayı süzdükten sonra içeride kimsenin olmadığını anladı. Kapıyı tümden açtı ve içeriye girdi. Ellerini yoğurup soyacak kadar ağır olan bavulunu odanın en geniş yerine sessizce bıraktı. İlk işi yatakları süzmek oldu. Bir yatağın bozulmuş olduğunu gördü. “Demek gelmiş.” dedi içinden. O da diğer yatağa nevresimlerini serdi. Bavulunu boşaltmaya başlayarak eşyalarını dolabına yerleştirdi. Yorulmuştu. Kendini nevresimlerini yeni yerleştirmiş olduğu yatağına bıraktı. Adeta kızgın demirin suya batırılıp hafiflemesi gibi kendisi de hafiflemişti. Gözlerine uyku çöküyor, onu adeta çölde serap görüp oraya koşan kişi gibi kendisine çağırıyordu. Fakat uyumak istemedi. O bu mücadeleyi verirken bir anda kapı aralandı. Heyecandan kalbi yayın ucuna ulaşmış ok gibi çıkmak üzereydi. Donup kalmış bakışlarını hızla açılan kapıya doğru doğrultmuştu. İçeriye 19-20 yaşlarında, sakalları henüz yeni çıkmaya başlamış, orta boylu, dışarıdan bakıldığında sporla uğraştığı belli olacak şekilde dolgun vücudu olan, gözleri kalınca bir misket kadar iri, burnu gözlerine orantılı bir şekilde büyük olan bir genç girmişti. Bu sürpriz misafiri beklemeyen genç adam ilk başta afallamıştı. İçeriyi hızla bir süzdükten sonra odanın boş bir yerinde duran ve adeta “ben buradayım” diye çığlık atan bavulu gördü. Yeni gelen oda arkadaşı olduğunu anlayınca delikanlıya dönerek “hoş geldin, sen benim oda arkadaşım olmalısın diyerek ilk konuşmasını gerçekleştirdi.” Korku ve heyecandan zor durumda kalmış olan oda arkadaşı hemen cevap veremedi. Ufak bir süzüşmeden sonra yeni gelen oda arkadaşının gözlerine kilitlenerek “Hoş bulduk." dedi. Bu yavaş ve soğuk tepki karşısında oda arkadaşının istediği cevap ve samimiyeti alamadığını anlamıştı. Oda arkadaşı hemen yanındaki yatağına oturmuş, bütün vücudu ile delikanlıya dönerek 'seninle tanışmak istiyorum' imajını vermişti. “Ben Deniz." dedi. “Deniz Küçükdere. Bu sene kazandım üniversiteyi. Çevre mühendisliğine bir adım attım buraya gelerek.” Bu söylemlerinden sonra delikanlı yeni gelen oda arkadaşının dolaylı yoldan onun da bu bilgileri vermesini istediğini anlamıştı. Ben, dedi delikanlı ürkek bir sesle. “Ben de Baybars İncetepe. Ben de sosyoloji kazandım." Aldığı bu cevaptan cesaret alan oda arkadaşı Deniz, "Nerelisin?" diye sordu. "Ben Antalya'dan geliyorum. Karaman.” dedi Baybars, sesinden yaşamış olduğu ürkeklik ve tedirginliğin hala devam ettiği belli oluyordu. “Ooo, yakınmışız, hemşeri sayılırız.” dedi. Söylediği bu sözün karşısındaki delikanlıyı heyecanlandırmadığı görünce sohbeti uzatmaktan vazgeçti. “Neyse dedi, benim hemen çıkmam lazım, inşallah akşam konuşuruz bir daha." Yeni gelen oda arkadaşının sohbetini bitirdiğini anlayan delikanlı ona ilk başta soğuk bir imaj verdiğini düşündü. Biraz ürkekliğini atarak ona elini uzattı, “Memnun oldum, akşama görüşürüz inşallah." dedi.



III.

Güneş, yavaşça su alan bir geminin yavaşça denize batışı gibi dünya semasından batıyordu. Etraf akşamın yaklaştığını haber veren sapsarı güneş ışıklarıyla kaplanmıştı. İnsanlar yoğun bir günün ardından gün boyunca hasret çektikleri sıcak yuvalarına doğru koşuşuyordu. Kimi insanlar için ise iş daha yeni başlamak üzereydi. Onlar da onun telaşı içerisinde bir oradan bir buraya koşturup duruyordu. Tüm bu olanları Baybars dikkatlice izliyordu. “İnsanlar” diyordu içinden, acaba gerçekten dışarıdan gözüktükleri kadar mutlu muydular? Ya da işlerini gerçekten bu kadar çok seviyorlar da ondan mı bu kadar aceleyle işe koşuşturuyorlardı? Hayatın derinliklerine dair olan bu sorularla beraber adımlarını yavaşlatacak ve kalp atışlarını son otobüsü kaçırmak üzere olan bir insanın adımları kadar hızlandıracak bir manzara ile karşılaştı. Günde üzerinden yüzlerce arabanın geçtiği bir caddede yerde can çekişen, arabanın vurup kaçmış olduğu bir canlı gördü. Bir kediydi bu. Karşıdan karşıya geçmeye çalışırken bir arabadan kaçamamış ve ağır yaralanmıştı. Baybars irkildi. Yüzü sarardı. Kendinden geçer gibi olmuştu. Bütün bu tepkilerinin özel bir sebebi vardı. Küçükken babasının hediye etmiş olduğu, canı kadar sevdiği ve bütünlük kurduğu kedisi de gene bir caddeden karşıya geçmeye çalışırken bir araba kazasına uğramış, Baybars ve babasının bütün çabalarına rağmen hayatını kaybetmişti. Bu yaşadığı ilk travmalardan biriydi. Hatta bunun için psikolojik destek de almıştı. Ara ara o gün aklına gelir ve sevdiği bir canlının ölümüne şahitlik getirmenin o acı tadını tekrar tekrar hissederdi. Elleri ve yüzü saatlerce çıplak elle kartopu oynamış bir çocuğun eli ve yüzü kadar donmuş ve dinginleşmişti. Bir müddet böylece kaldı. O arada sokaktan geçenler göz ucuyla elektrik direği gibi olduğu yerde kalakalmış bu genci süzüyorlardı. Midesi de bulanmıştı. Her an kusacakmış gibi hissediyordu. Gözleri elektriklerin sürekli gidip geldiği bir andaki ampulün yanıp sönüşü gibi kapanıp açılıyordu. Bir süre daha bu hali devam etti. Kendisini ölecekmiş gibi hissediyordu. Neredeyse dünya semasından ayrılacak bir roket gibi kalbi yerinden çıkacakmış gibi atıyordu. Kontrolü kaybettiğini hissediyordu. İçinden kendi kendini yiyor, ne olduğuna ve ne olacağına anlam veremiyordu. Tek anlam verebildiği şey ise öleceğini hissetmesiydi. Kendisini iyice kaybetmiş ve donmuş bir ceset gibi hareketsiz kalmıştı. O esnada insanlar yanından geçip gidiyor fakat bir süre süzdükleri bu genci anlam veremeden bırakıp gidiyorlardı. Baybars düşünedursun, onu gören otuzlu yaşlarında genç bir adam durumu fark etti. Gencin yanına gidip neler olduğunu sordu ve yardımcı olabileceğini söyledi. Baybars aniden gelen bu genç adamın kendisine yönelmesiyle yavaştan kontrolü ele almaya başladı. Genç adam onu kollarından tutup yakındaki banka götürdü. Yakında olan bir büfeden su aldı ve Baybars'ın yüzüne ve ellerine sürdü. Kalp atışları yavaşlayan ve nefes alışverişi normale dönmeye başlayan Baybars, olayın şaşkınlığı ile kalakalmıştı. Bir anda olup biten bu şeyin ne olduğuna bir türlü anlam veremiyordu. Genç adam, "İyi misin?" diye sordu. Baybars kendisiyle ilgilenen bu genç adamın sorusuna zar zor odaklanabilmişti. Kapana sıkışmış bir farenin yaşamış olduğu zorluk edasıyla “İyiyim,” diyebildi. "İyiyim iyiyim, teşekkür ederim." Genç adam durumu iyiye gitmekte olduğunu görünce işine doğru kalkıp gitmek için hareketlendi. "İyi olduğunuza sevindim. Şimdi gitmem gerekiyor. Kendinize dikkat edin." dedikten sonra yola koyuldu. Baybars normale dönmüştü fakat düşünceleri anormalleşmişti. Bir anda onlarca karmaşık düşünce ve bu düşüncelerin getirmiş olduğu duyguları yaşıyordu. Kendisine tam olarak gelmesi 20 dakika sürmüştü fakat yaşamış olduğu bu zaman dilimi ona saatler gibi gelmişti. Kendisine geldikten sonra yoldaki kediye son bir bakış attı. Kedi çoktan son nefesini vermişti. Onu gören bazı insanların kedi ölüsünün kaldırılması için belediyeyi aradığına da şahit olmuştu. Ardından ayağa kalktı ve silkelendi. Dolmuşa atlayıp kaldığı yurdun yoluna koyuldu